Aslında Üstün Zekalısınız

Son bilimsel araştırmalara göre, bireylerin büyük bölümü yeteneklerini küçümsüyor. Aslında sınırsız bir öğrenme ve yaratıcılık yeteneğine sahipsiniz. İnsan beyninin bilinen yeteneklerinin yüzde 95'i son 20 yıl içinde öğrenildi. İşte çağdaş zeka ve beynin doğası üzerine yapılan araştırmalardan çarpıcı sonuçlar.

Çoğumuz geleneksel IQ (Zeka düzeyi) testine dayalı bir zeka konseptiyle büyüdük. IQ testi, Alfred Binet (1857-1911) tarafından bulundu. Binet'in psikolojiye aşırı ilgisi vardı. Özellikle, çocukların akademik potansiyelinin değerlendirilmesinde kültür ve sınıf önyargılarının üstesinden gelmek istiyordu.

Geleneksel IQ konsepti o dönem için devrim sayıldı. Ancak günümüzün araştırmaları bu testin iki önemli zafiyetini ortaya çıkardı. Birincisi, zekanın doğuşda belirlendiği ve değişmez olduğu. Buzan, Machado, Wenger gibi araştırmacılar, eğitimle IQ'nun yükselebileceğini gösterdiler. Nature Dergisi yaptığı bir araştırmada genlerin IQ'ya yüzde 48'den fazla etkili olmadığı sonucuna vardı. Yüzde 52'si doğum öncesinin, çevrenin ve eğitimin bir fonksiyonuydu.

Psikolog Howard Gardner her birimizin en az yedi ölçülebilir zekaya sahip olduğumuzu belirten çoklu zeka teorisini ortaya koydu. Yedi zeka ve her biri için bazı dahi örnekleri şöyle:

1. Mantık-Matematik: Stephan Hawking, Isaac Newton, Marie Curie

2. Sözel-Edebi: William Shakespeare, Emily Dickinson, Jorge Luis Borges

3. Mekanik: Michelangelo, Georgia O'Keeffe, Buckminster Fuller

4. Müzik: Mozart, George Gerswin, Ella Fitzgerald

5. Beden-Kinestetik: Morihei Ueshiba, Muhammed Ali, F. M. Alexander

6. İnsanlar arası-Sosyal: Nelson Mandela, Mahatma Gandhi, Kraliçe I. Elizabeth

7. İç dünyası (kendini bilme): Viktor Frankl, Thich Nhat Hanh, Rahibe Teresa

Çağdaş psikolojik araştırmalar beyninizin sandığınızdan çok daha iyi olduğunu ortaya çıkardı. Beyniniz, herhangi bir süper bilgisayardan daha esnek ve daha boyutlu. Hayatınız boyunca, her saniye, saniyede yedi şeyi öğrenebilir ve beyninizde daha çok öğrenecek yeterli yeri bulabilirsiniz. Beyninizi doğru şekilde kullanırsanız yaşlandıkça gelişir. Sınırsız sayıda kromozom bağlantısı yapma kabiliyetine, yani düşünce durumu potansiyeline sahip.

Yavru ördekler hayatta kalmayı annelerini taklit ederek öğrenirler. En iyi modelleri seçmek bizi potansiyelimizin gerçekleşmesine doğru götürür. Örneğin iyi bir lider olmak istiyorsanız Winston Churchill, Abraham Lincoln ya da Kraliçe Elizabeth'i inceleyin.

The Book of Genius'ta (Dahinin Kitabı) Tony Buzan ve Raymond Keene tarihin en büyük dahilerini sıraladılar. Kriterleri şunlardı: Özgünlük, beceriklilik, konusuna hakimiyet, vizyonun evrenselliği, güç ve enerji. Liste şöyle sıralanıyor.

1. Leonardo Da Vinci

2. William Shakespeare

3. Mısır piramitlerini inşa edenler

4. Johann Wolfgang von Goethe

5. Michelangelo

6. Sir Isaac Newton

7. Thomas Jefferson

8. Büyük İskender

9. Phidias (Atina'nın mimarı)

10. Albert Einstein

Bir Girişimin Toplumsal Misyonu

Doğma, büyüme, gelişme ve dönüşme doğadaki temel çevrimi oluşturur; aynı çevrim yaşamlarımızı ve toplumlarımızı da yönlendirir. Gerçi "rahat" kavramı yaşadığımız dönem ve yere göre değişir, ama biz insanlarda, gerek fiziksel, gerek zihinsel anlamda, yaşam standartlarımızı geliştirme ve hayatımızı elimizden geldiğince rahat kılma güdüsü vardır.

Bir girişimci olarak kanım odur ki, yönetimin asli görevi ya da misyonu, yaşam kalitesini geliştirmeye yönelik bu insani güdüyü atatmin etmektir.

Herkes daha iyi bir evde yaşamak ister, bu yüzden birisinin bu evlerin yapımında kullanılacak malzemeleri üretmesi ve o malzemeleri piyasaya sunması gerekir.

Yönetim kaliteyi artırır

Yönetim bu noktada devreye girer ve sürekli olarak malzeme ve ürünlerin kalitesini artırır. Elbette, insanların evin yanı sıra hizmetler ve enformasyon da dahil olmak üzere çok çeşitli ürünlere ihtiyacı vardır; bütün bu ürünlerin üretilmesi ve piyasaya sunulması gerekir.

Üstelik ürünlerin tutarlı, uygun boyutlarda üretilmesi ve makul fiyatlara satılması gerekir. Yönetimin yerine getirmesi gereken toplumsal ödev budur.

Bu şirket niçin gerekli

Bütün yöneticilerin sık sık kendilerine sormaları gereken "Bu şirket niçin gerekli" sorusunun yanıtı, işte bu toplumsal ödevde yatar.

Sorunun yanıtı mal ve hizmet veren bütün işletmelerde aynı olmalıdır ve bu yanıt, girişimin, insanlara yarar sağlamak ve toplumu kalkındırmak için var olduğudur.

Yönetimin bu temel amacını göremeyen yönetici asla gerçekten başarılı olamayacaktır.

Amaç yalnızca kar değil

Bazı insanlar bir girişimin bütün amacının kar etmek olduğunu düşünür. Oysa kar, ne kadar işin asli bir parçası ise de, yalnızca bir parçasıdır. Kar olsa olsa nihai hedefi-insanların yaşam standardını yükseltmek-gerçekleştirmenin araçlarından biri olarak önemlidir.

Bu açıdan bakıldığında, bir girişim toplumsal dokunun bir parçasıdır; bu nedenle yönetim de özel değil, kamusal bir uğraş olarak değerlendirilmelidir.

Kamusal bakış açısı

Hepimiz "özel girişim" sözünü duymaya alıştık; ne var ki iş faaliyetleri toplumla bu kadar yakından bağlantılı olduğu için, bir girişimin mutlaka kamusal bir bakış açısıyla işletilmesi gerekir
.

Salt kişisel, bencil bir motivasyon, serbest çalışan küçük bir girişimci için bile merkezi önemde olamaz; yönetim kararları alınırken, bu kararlar uygulandığında toplumun nasıl etkileneceği hesaba katılmak zorundadır.

Şirket yok olursa

Düzenli aralıklarla kendime, kurduğum ve halen yönettiğim şirketin insanlara gerçekten yararlı olup olmadığını sormayı ilke edinmişimdir:

"Şirket şimdi yok olsa" diye sorarım kendime, "Bundan herhangi bir kimsenin herhangi bir kaybı olur mu?" Yanıt hayır olsaydı, bir an bile duraksamadan, bunu çalışanlara, tedarikçilere ve şirketle bağlantılı başka herkese yapacağı olumsuz etkileri göz önüne almaksızın, şirketi feshederdim.

Topluma katkı

Bence, mal üreten ve çok sayıda insanı istihdam eden kamusal bir tesisin topluma olumlu bir katkı yapmaması düşünülemez bir şeydir.

Sonuç olarak, bütün girişimler "kamusal" kurumlar oldukları için, bu nitelikleri göz önünde bulundurularak yönetilmeli ve kamunun yaşam standardını artırmayı görev bilmelidirler.

Ancak o zaman varlıkları gerçek anlamını kazanacaktır. Bugünlerde şirketlerin toplumsal sorumluluğu üzerine bir çok tartışma yapılıyor; bunu sağlıklı ve yerinde bir eğilim olarak görüyorum. Bana göre, bir girişimin toplumsal sorumluluğu, bütün faaliyetlerinin temelini oluşturmalıdır.

Tarihinin En İsabetli 10 Yönetim Kararı

ABD'de yapılan bir araştırmada, Amerikan iş dünyası bugüne dek dünyada alınmış en başarılı 10 işletme yönetimi kararını şöyle belirlemiş...

10. İsviçreli saat üreticilerinin, kendi markaları için birbirleriyle rekabeti sürerken, uluslararası düzeyde öteki ülkelerin saat üreticilerine karşı işbirliği yapma kararı vermeleri.

"İsviçre" ve "saat"'in bileşiminden oluşturdukları sözcüğü de, bu amaçla kurdukları ortak şirketin markası olarak belirlediler:"Swatch". Swatch ile birlikte, İsviçre'nin dünya saat piyasasındaki payı yüzde 15'ten yüzde 50'ye yükseldi.

9. Dell'in ürettiği kişisel bilgisayarları tüketicilere doğrudan kendisi satmaya karar verip organizasyonunu da bu amaçla yeniden düzenlemesi.

Bu karar sonucunda yalnızca dağıtım kanallarına ayrılan pay değil, şirketin gereksinim duyduğu işletme sermayesi maliyeti de önemli ölçüde düştü. Nihai tüketicilere doğrudan ulaşabilmek, Dell'e ürünlerinde müşteri taleplerine en uygun tasarımı en kısa sürede gerçekleştirme, stok maliyetlerini büyük oranda düşürme ve müşteri hizmetlerinde büyük atılım yapma olanağı kazandırdı.

8. Barbie bebeklerin üreticisi Mattel'in, Barbie'nin yanına erkek arkadaşı Ken'i ekleme kararı.

Ken, Barbie serisine eklenen ilk çeşitlemeydi; aynı zamanda, oyuncak bebeğe secere yaratmak, farklı kültürlerden yeni yeni akraba ve arkadaşlar eklemek yoluyla markayı daha da geliştirip güçlendirme politikasının da öncüsü oldu.

7. Antik çağ'da, Tebai kentinde bir köle sahibinin, kaçak bir kölesinin bulunup geri getirilmesi için bir duyuru yayınlatması.

Bu duyuru, dünyanın bilinen en eski reklamıdır ve dünya reklamcılığının başlangıcı olarak kabul edilir.

6. Coca-Cola'nın, eski geleneksel formülüne geri dönme kararı.

Yeni çıkarılan formül, lezzet testlerinden başarıyla geçtiği ve yeni ürünün tanıtımı için büyük bir reklam bütçesi ayrılıp harcanmaya başlandığı halde, şirket, sadık müşterilerinin istediklerine uyarak eski formülünü sürdürmeyi tercih etti.

5. Henry Ford'un, otomobil fabrikalarında çalışan işçilerin gündelik ücretlerine yüzde 100 zam yapması.

Ford bu kararı, otomobil satışlarının hızlanması üzerine almış; gündelik ücretleri 2.5 dolardan 5 dolara çıkarmıştı.

4. Japon otomotiv şirketi Toyota'nın, Amerikalı W. Edward Deming'in ortaya attığı kalite tekniklerini uygulamaya karar vermesi.

Amerikalı ve Avrupalı otomotiv firmalarının bu kararı izlemeye başlamaları 1980'leri bulmuştur. Oysa, Toyota bu kararı 1940'larda benimseyip "toplam kalite" anlayışını uygulamaya koymuştu. Bu yaklaşımdaki öncülüğü, Toyota'yı son yıllarda dünya otomotiv sektörünün zirvesine yükseltti.

3. Johnson & Johnson'ın, Tyleon adlı ilacı piyasadan toplama kararı.

Birilerinin Tyleon kapsüllerine siyanür bulaştıması yüzünden sekiz kişinin ölmesi üzerine, Johnson&Johnson kendileri için insanların yaşamının ve sağlığının şirket kararlarından daha önemli olduğunu açıklayarak piyasaya verdiği ilaçların tümünü toplayıp imha etti.

2. Apple'ın, dünyanın ilk kişisel bilgisayarını üretip piyasaya sürme kararı.

İlk kişisel bilgisayar olan Apple I'ın ardından Macintosh üretildi ve dünyanın en hızlı gelişen, ilerleyen sektörü böylece ortaya çıktı.

1. Bill Gates'in firması, Microsoft'un geliştireceği işletim sistemini başka bilgisayar üreticilerine de satabilmek için IBM'i ikna etmeyi başarması.

IBM'in bu sözleşmenn konusu olan MS-DOS işletim sisteminin geliştirme maliyetinin büyük bir bölümünü ödediği halde, Gates'in istediği hakkı da tanıdı. Bu karar Microsoft'un inanılmaz yükselişinin başlangıcını; IBM'in ise sarsılmaz olduğuna inanılan tahtının sallanmaya, dağılmaya başlamasını simgeler.

Zamanda Yolculuk

Einstein izafiyet teorisini ortaya attığından bu yana, fizikçiler dünya üzerinde dört boyut bulunduğunu kabul ediyorlar. O zamana kadar bilinen ve kabul gören üç boyut olan uzunluk, yükseklik ve genişliğe ek olan diğer fiziksel boyut ise zaman olarak biliniyor. Matematiksel olarak da kabul gören 4'üncü boyut, diğer üç boyuta eşit değer taşıyor. Ancak insanlar dünya üzerinde üç boyutta, her yönde hareket edebiliyorlar yani, yukarı ve aşağı, sola ve sağa, ileri ve geri. Ancak zamanda sadece ileri doğru hareket edebiliyorlar, zamanda geriye doğru hareket hiçbir zaman gerçekleşmiyor. Fakat fizik kanunlarında, zamanın geriye doğru hareket edemeyeceğini söyleyen bir kural mevcut değil.Zaten Einstein'in bu konuda ispatladığı hareket denklemi de zaman geriye döndürüldüğünde gayet iyi çalışıyor.Ancak henüz hiç kimse zamanda geriye seyahat etmeyi başaramadı.

Zamanın iki yönlü ya da tek yolu bir yolculuk olup olmadığı konusu, Aziz Agustin'in ''zaman geçici bir şey midir, yoksa her zaman mevcut olmuş mudur'' sorusunu ortaya atmasından bu yana 1500 yıldır insanların kafasını kurcalamayı sürdürüyor. Bundan tam 100 yıl önce H.G.Wells, The Time Machine/ Zaman Makinası adlı romanında bu konunun fizikçilere araştırılmasını önermişti. Mekanda (gerçekte mekan-zaman) istenen yönde yolculuk yapılabildiğine göre, acaba ''zaman içinde de istenen yönde seyahat edilebilir mi'' proplemi teorik fizikçilerin zihinlerini kurcalıyor.

İzafiyet Teorisi nedir?
Tam Türkçesi ''Görecelik Teorisi'' olan izafiyet teorisi üç bölüme ayrılır. Bir bölümü çeşitli hızlardaki araölar veya maddelerde geçen zamanın, uzay-zaman içinde değişik konumlarda bulunan gözlemcilere göre ''göreceli'' olduğunu varsayan bir teoridir. Ünlü fizikçi Einstein, sonlu ve eğrisel olduğunu düşündüğü evrenin dört boyutlu olduğunu, dördüncü boyutun zaman olduğunu ileri sürmüştü. Mesela ışık hızına yakın bir süratle giden bir uzay gemisini, dünyada ikizi bulunan birinin kullandığını varsayalım.10 yıllık bir seyahate çıkıp dünyaya geri döndüğünde, uzay gemisini kullanan ikiz, dünyada kendisini bekleyen ikizinden daha genç olarak dünyaya ayak basacaktır. Uzay gemisini kullanan ikiz ışık hızına yakın bir süratle hareket ettiği için, onun saatiyle on yıl, dünyadaki kardeşinin saatiyle 15-20 yıl olabilecektir.

ZAMAN MAKİNASI
Ahlak bilimciler bu durumu hilekarlık olarak nitelendiriyorlar. Onlara göre eğer mevcut doğa gerçekten zamanın geri gitmesine izin veriyorsa, bunu gerçekleştirmenin de bir yolu olmalıdır diyorlar. Son günlerde Princeton Üniversitesinden bir fizikçi, kuramsal olarak zamanda geri yolculuk yapmanın mümkün olduğunu ortaya çıkardı.

Fizikçi Richart Gott'un bu teorisi, son derece saygın bir fizik dergisi olan Physical Review Letters'da yer aldı. Bu teori, Einstein'ın İzafiyet Teorisi'nden yola çıkarak hayali bir zaman makinası yaratıyor ve şunu öne sürüyor: ''Zaman ve uzay her ikiside çok geniş kütlelerle karşılaşınca veya ışık hızı civarında bir süratle hareket edince kırılıyorlar.''

Bu öneriyi ortaya atan ilk kişi Gott değil.1988 yılında, California Üniversitesinde çalışmalarını sürdüren teknoloji fizikçisi Kip Thorne ve iki çalışma arkadaşı da kendi teorik zaman makinalarını ortaya çıkarmışlardı ve bu çalışma da aynı derginin eski sayılarından birinde yayınlanmıştı.

Caltech adı verilen bu zaman makinası, fizikçiler tarfından karadeliklerin çekirdeğinde bulunduğu kabul edilen, kurt delikleri içinde hareket etmeyi mümkün kılıyor. Karadeliğin çekirdeğindeki yoğunluk ve çekimin altında uzay, bir tünel meydana getirecek şekilde eğriliyor. Bu tünel dünyanın herhangi bir yerinde rastlanacak olan atom parçacığından bile daha dar olarak teşekkül ediyor. Tünelin bir ucundan giren herhangi bir cisim, diğer uçtan derhal dışarı çıkıyor, hatta bazı özel durumlarda geçmişe de hareket ediyor. Bu zaman makinesinin kullanılmasının ne derece mümkün olduğunu görmek oldukça zor. Zaman makinesinin, içinde insan karadelikteki ezici basınçtan etkilenmemeli ve tek bir atomdan bile daha dar olan ucundan dışarı çıkabilecek şekilde kendini küçültmeli. Daha da fazlası kurtdeliği, patlamaya meyilli olduğu durumlarda, hemen arkasından bir ikincisi meydana gelmeli vebir açıdan bu tüneli açık tutmayı sağlamalıdır.

Bu konuda Gott'un fikirleri de şöyle: '' Thorne'un bu makinesi fazla akıllıca bir şekilde düşünülmemiş. Ancak bu fikir benim de yola çıkarak başka türlü bir zaman makinesi ortaya çıkarmamı sağladı.Gott'un zaman makinesi Thorne'nunkinden daha basit. Karadelikler ve kurtdeliklerine yer vermiyor.Sadece ışık hızında hareket eden bir uzay gemisi ve uzaydaki kozmik hatlara yer veren bir teori.Aynen kurtdelikleri gibi kozmik hatların evrende varolsa da olmasa da, sadece teorik düşünceler açısından varlıkları kabül ediliyor.

SABİT SICAKLIK
Büyük patlamadan kısa süre sonra ortaya çıkan ve erken evren dönemindeki enerji sahalarını tarif eden teorilere göre, fizikçiler doğru koşullar altında çok uzun, çok ince hatlar halindeki saf enerji hatlarının soğuyacakları yerde ısılarını sabit tuttuklarına inanıyorlar. Bu enerji hatları son derece ince olmasına rağmen bir o kadar da yoğunlar.

Öylesine yoğunlar ki her santimetre karesinde binlerce trilyon ton kütle bulunuyor. Bu büyük kütle enerji hattının etrafındaki alanın bükülmesini sağlıyor. Böylece uzay bükülmüş bir mercek haline geliyor. Aynı ışı kaynağından, örneğin bir yıldızdan yola çıkan iki ışın, tamamen değişik iki yoldan hareket edebilirler. Enerji hattının iki ayrı yüzünden hareket eden ışınlar, hareketlerini aynı yerde noktalarlar. Bu teorinin odak noktası şuradan kaynaklanıyor, iki ışının izlediği yolların uzunluğu, ışık kaynağının pozisyonuna göre birbirinden farklı olabilir. Işığın her zaman aynı hızla hareket ettiği de ispatlanmış olduğundan, bu iki ışından bir tanesinin hedefine ulaşmasının daha uzun sürdüğü anlaşılır.

İşte Gott'un zaman makinesini ortaya çıkaran değişiklik de bu. Işık hızının yüzde 99,9999'u hızıyla giden ve iki yoldan kısasını seçen bir uzay gemisi hayal edin. Kuramsal olarak uzay gemisi ışın enerji hattının uzak noktasına, uzun yolu seçen ışınla aynı zamanda varacaktır. Gerçekte, gemi ışıktan daha hızlı uçuyor. Böylece kabul edilen izafiyet kanunlarınca zamanda geriye doğru hareket ediyor demektir. Karışık sebeblere göre, uzay gemisi enerji kaynağının etrafında tam bir tur yapmalıdır; bunu tek bir hat değil, birbirini neredeyse ışık hızıyla geçen iki enerji hattı gerçekleştirilebilir. Her bir hatta gelişte yeniden enerji yüklenmektedir. İşte üzerinde çalışılması gereken esas konu da budur. Gott çalışmaları konusunda şunu söylüyor: ''İzafiyet Teorisine diğer fizikçilerden ve astrofizikçilerden çok fazla ilgim var.''

Bunu sebebi fizikçilerin gerçekten zamanda geriye doğru yapılacak bir geziye inanmamaları değil. Bu seyahat gerçekleştiği taktirde fiziğin esas kurallarından bazılarını tehdit edecektir. Bir etkinin bir sonuçtan önce gelmesi neyi ifade eder? Eğer bilim kurgu gibi düşünülürse, zamanda seyahat eden bir insan geçmiş zamanlara dönerek, kendi büyükannesini daha erken yaşta öldürebilir. Böyle bir mevhum şimdilik mana ifade etmiyor, ancak Gott ve Thorne'nin teorileri doğrulanırsa bunun bir manası olmalıdır. Gott bu konuda şöyle söylüyor: ''Bir noktada fizik mekanizma oluşturmalıdır. Bu sayede bazı şeylerin yasak olduğunu veya onlarla yaşamayı öğretmelidir.'' Elimizdeki iki örnek, bu paradoksu daha fazla görmezlikten gelemeyeceğimizi ortaya koyuyor.

2006 Yılındaki Ana Hatlarıyla Uzayda'ki Gelişmeler

Uluslararası Astronomi Birliği, sıkı bilimsel tartışmalardan sonra Güneş Sistemi’nde geçerli yeni bir gezegen tanımını kabul etti. Böylece 1930 yılından bu yana gezegen sayılan Plüton artık bu unvanını yitirdi ve gezegensi statüsüne indirildi. Güneş Sistemi’nde gezegenler yıldıza yakınlıklarıyla Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün şeklinde sıralanıyor. Plüton’un etrafında dönen iki gökcisminin uydu olduğuna karar verildi. Yeni uyduların isimleri Roma mitolojisindeki yeraltı tanrılarından geliyor. Nix, mitolojide karanlık ve gece tanrısının, Hydra ise dokuz başlı yılanın ismi. Hydra ve Nix, Plüton’un 1978 yılında keşfedilen en büyük uydusu Charon’a göre 2-3 kat daha uzakta. Bilim insanları, 2005’te keşfedilen 10’uncu gezegen olarak adlandırılan UB313’ün Plüton’dan büyük olduğunun tespit etti.

PLÜTON İNCELENECEK
Plüton’a gidecek NASA uzay aracı New Horizons 19 Ocak gecesi, 60 metre boyundaki Atlas-5 roketinin sırtında uzaya fırlatıldı. Aracın fırlatılışı, daha önce iki kez ertelenmişti. New Horizons, 10 yıl sürecek yolculuğunda radyoaktif plütonyum yakıtını kullanacak. 700 milyon dolarlık aracın hedefi Plüton, Dünya’ya ortalama 5.7 milyar kilometre uzakta bulunuyor.

YENİ UZAY TEKNOLOJİLERİ
NASA, yeniden Ay’a gitmeye hazırlanıyor. Dünya’nın uydusu Ay’a uçuşlar NASA’nın Orion adını verdiği yeni kuşak mekiği ile yapılacak. NASA, Ay’a insanlı uçuşlara 2014’ten sonra bir tarihte başlayacak ve 2024’te de bir üs kuracak. Çin, uzay programları için çevreyi kirletmeyen yeni bir roket motorunu başarıyla denedi. 120 tonluk yeni sıvı hidrojen ve kerozen yakıtlı motorun, gelecekte insanlı uçuşlar ve Ay’a düzenlenecek seferler için kullanılması planlanıyor.

NASA, aylar süren ertelemeden sonra, meteorologlara kasırga tahminlerinde yardımcı olacak GOES-N (Geostationary Operational Environmental Satellites) adlı uyduyu 24 Mayıs’ta fırlattı. GOES-N, NASA’nın atmosfer araştırmaları için geliştirdiği en gelişmiş uydu. Uzayı keşfedenler kulübüne katılmak isteyen petrol zengini Kazakistan, ilk uydusunu Haziran’da gönderdi.

UZAY MEKİKLERİ
Bu yıki ilk seferinde Discovery uzay mekiği, 13 gün süren seyahatten sonra Florida’daki Kennedy Uzay Merkezine 17 temmuzda indi. Şubat 2003’teki Columbia kazasından sonra ikinci seferini yapan Discovery’nin sağ salim iniş yapması, mekik programının sürmesi ve Uluslararası Uzay İstasyonunun inşaatının öngörüldüğü şekilde devam etmesi açısından büyük önem taşıyordu. Discovery ikinci uzay seferini de 23 Aralık’ta tamamladı. Discovery astronotları, son seferlerinde UUİ’nin elektrik tesisatını yeniden döşedi, güneş panellerini yerleştirdi. Mürettebat ayrıca, UUİ’ye 11 milyon dolar değerinde ve 2 ton ağırlığında bir laboratuvar monte etti. Discovery, ayrılmadan önce UUİ mürettebatından Alman Thomas Reiter’i Amerikalı astronot Sunita Williams ile değiştirdi.

Kennedy Uzay Üssü’nden 9 Eylül’de fırlatılan Atlantis’in 6 astronottan oluşan mürettebatı, Uluslararası Uzay İstasyonu’na 372 milyon dolar değerinde ve 35 metre uzunluğunda güneş panelleri taktıktan sonra 21 Eylül’de Dünya’ya döndü.

JÜPİTER’DE KIRMIZI NOKTA
Güneş Sistemi’nin en büyük gezegeni Jüpiter’de meydana gelen atmosfer hareketlerinin, yeni bir kırmızı leke oluşturduğu tespit edildi. Yeni kırmızı noktaya ‘Red Jr.’ adı verildi. Atmosferdeki manyetik fırtınaların oluşturduğu ve yüzyıllardır Jüpiter ile özdeşleşen kırmızı noktaya bir yenisi eklendi. Kırmızı noktaların atmosferdeki fırtınalardan meydana geldiği biliniyor, ancak bu rengin asıl nedeni hala gizemini koruyor.

İLK KADIN UZAY TURİSTİ
İlk kadın uzay turisti İran kökenli ABD vatandaşı Anuşeh Ansari, 18 Eylül’de Rus Soyuz uzay aracıyla UUİ’ye gittikten sonra 29 Eylül’de Dünya’ya döndü.Japon iş adamı Daisuke Enomoto’nun açıklanmayan tıbbi nedenler dolayısıyla uzay yolculuğundan çekilmesi üzerine son dakikada Enomoto’nun yerini alan 40 yaşındaki Ansari, böylece ilk kadın uzay turisti unvanının da sahibi oldu. Ansari ile birlikte Uluslararası Uzay İstasyonu’nda görev değişim oldu, Rus Mikhail Tyurin ile ABD’li Michael Lopez Alegria uzayda 6 aylık görevlerine başladı.

SATÜRN’E BİR HALKA DAHA EKLENDİ
Satürn’ün yörüngesindeki Cassini uzay aracı, gezegenin yeni bir halkasını keşfetti. Halkanın, Satürn’ün uydularından kopan toz ve parçalardan oluştuğu düşünülüyor. Yeni halkanın, gezegenin Janus ve Epimetheus uydularından kopan taş ve toz parçalarının birleşmesiyle meydana geldiği tahmin ediliyor.

NASA uzay aracı Cassini, dev bir kasırganın Satürn gezegeninin güney kutbunu kasıp kavurduğuna ilişkin görüntüler gönderdi. Böyle bir olaya Dünya dışındaki bir başka gezegende ilk kez rastlanmış oldu. Uranüs gezegeninin de komşusu Satürn gibi mavi halkaya sahip olduğu anlaşıldı. Avrupa Uzay Ajansı’nın Ay’a gönderdiği ilk uzay aracı SMART-1, görevin yerine getirdikten sonra öngörüldüğü gibi uyduya çakılarak kendini imha etti. SMART-1’de denenen iyon motorunun uzay yolculuklarında çığır açması bekleniyor.

MARS’TA KALABALIKLAŞIYORUZ
NASA’nın Mars yörüngesindeki Mars Reconnaissance Orbiter (MRO) aracı, gezegen yüzeyindeki uzay araçlarını fotoğrafladı. MRO’nun yüksek çözünürlüklü HiRISE kamerası, halen gezegen yüzeyinde gözlem yapan Spirit’in yanı sıra, 1976’da gönderilen ve yüzeyde kaybolan Viking-2 aracını da görüntüledi. MRO’nun çektiği fotoğraflarda Spirit’in tekerlek izleri dahi görülebiliyor. ESA’nın Venüs’e gönderdiği Venus Express aracı, gezegenden ilk fotoğrafı gönderdi. NASA, yörüngedeki Mars Global Surveyor’ın gönderdiği fotoğraflardan, Kızıl Gezegen’in yüzeyinde akarsu bulunabileceği yolunda önemli kanıtlar ortaya koydu. Halen Mars’ın yörüngesinde 3 adet uzay aracı bulunuyor; NASA’nın Mars Global Surveyor ve Mars Odyssey, Avrupa Uzay Dairesi’nin Mars Express uzay araçları. NASA’nın Mars Reconnaissance Orbiter aracı ise bu yaz yörüngede dördüncü araç olarak yerini aldı. NASA’nın ikiz robotları Spirit ve Opportunity ise Kızıl Gezegen’in yüzeyinde bilimsel araştırmalarına devam ediyor.

EVRENDEN GÖZLEMLER
Astronomlar, Haziran’da Güneş Sistemi’nin ilk zamanlarına benzeyen genç, sarı bir yıldızı çevreleyen bir toz bulutuyla karışmış büyük miktarda karbon gazı keşfetti. Beta Pictoris adı verilen yıldız ve sisteminin en fazla 20 milyon yaşında olduğu tahmin ediliyor.

Bilim insanları, evrende ilk kez bir gezegenin oluşum sürecini gözlemledi. Massachusetts Institute of Technology uzmanları, NASA’nın kızılötesi uzay teleskobu Spitzer yardımıyla, Dünya’dan 13.000 ışık yılı uzaklıkta 100.000 yıl önce patlamış bir yıldızın yörüngesinde yeni bir gezegen oluşumu gözlemledi.

Filler Ayaklarıyla'da Duyabiliyor

PARİS - New Scientist dergisinde yayınlanan makaleye göre, düşük frekanslı sesler çıkararak kilometrelerce mesafeden bile haberleşebildikleri zaten bilinen fillerin, birbirlerinin ayak seslerini de çok uzaklardan hissedip anlayabildiği anlaşıldı. Stanford Üniversitesi’nden Caitlin O’Connell-Rodwell başkanlığındaki araştırmacılar, fillerin Namibya ve Kenya’da çevrelerine aslanlar sokulduğunda ayak hareketlerinden yayılan titreşimleri kaydedip, bunları su kaynaklarının civarında biriken fil sürülerine iletti.

Sinyalleri alan filler, önce donup kaldı, sonra da hemen yavrularını aralarına alacak şekilde kümeler oluşturdu.

Filler, titreşim yayan sürüden ne kadar uzakta iseler sinyallere o kadar az tepki gösteriyor.

Araştırmanın başka bir ilginç noktası da, Namibya fillerinin pek tanımadıkları Kenyalı sürülerin yaydığı uyarı sinyallerine fazla itibar etmemesi oldu.

Araştırmanın ayrıntıları “Acoustical Society of America” dergisinde yayınlanacak.

Bir Rüya Gerçek Oldu: Enerji, Elektrik Kablosu Kullanmadan Cihaza İletildi

Franklin Hadley

Ordu Nanoteknoloji Araşt. Enstitüsü

ABD, New York:

Amerikalı bilim adamları, elektrik kablosu kullanmadan bir cihaza enerji iletmenin yöntemini buldu. Massachusetts Institute of Technology’ye bağlı bilim adamları, enerji kaynağından 2 metre uzaklıktaki 60 vatlık bir ampulü kablo olmaksızın aydınlatmayı başardı. Araştırmacılar, enerjiyi, biri ampulde, diğeri enerji kaynağında bulunan iki bakır bobin arasında elektromanyetik dalgalarla iletti.

Kablosuz güç transferinin mümkün olduğu bir gelecek hayal edin: Bizi sonsuza kadar her yerde olan elektrik kablolarından kurtaran ve prize takılmaksızın kendilerini şarj edebilen cep telefonları, mp3 çalarlar, dizüstü bilgisayarlar ve diğer taşınabilir elektronik aletler. Bu aletlerin bazılarının çalışmak için hantal bataryalara bile ihtiyacı olmayabilir.

MIT’nin Fizik Bölümünden, Elektrik Mühendisliği ve Bilgisayar Bilimleri Bölümünden ve Soldier Nanaotechnology Enstitüsü’nden bir ekip, deneyleriyle bu gelecek vizyonunu gerçekleştirme yolunda önemli bir adım attı. Profesör Marin Soljacic başkanlığındaki ekibin üyeleri Andre Kurs, Aristeidis Karalis, Robert Moffatt, Profesör Peter Fisher ve Profesör John Joannopoulos’tan (ISN direktörü) oluşmaktadır. Yakın tarihli teorik varsayımlarını gerçekleştirerek, (kablo kullanmadan) enerji kaynağından 2 metreden daha fazla uzakta bulunan 60 vatlık bir ampulü aydınlatmayı başardılar; kaynak ile cihaz arasında hiçbir fiziksel bağlantı bulunmamaktaydı. MIT ekibi bu sisteme kablosuz elektrik sözcüklerinden türetilen “WiTricity” adını vermiştir. Çalışma, 7 Haziran tarihinde Science Express’ te -Science dergisinin online yayını- açıklanacaktır. Hikaye, birkaç yıl önce bir gece yarısında başlamaktadır. Pijamaları içindeki Soljacic, mutfağın tezgahında duran cep telefonuna bakmaktadır. “O ay belki altıncı kez, onu şarj etmeyi unuttuğumu fark etmem için bipleyen cep telefonum tarafından uyandırılmıştım. Cihazın şarj olmak için kendi başının çaresine bakması harika olur diye düşündüm.”

Bunu mümkün kılmak için gücün kablosuz iletilmesi gerekmekteydi, böylece Soljacic bu isteği gerçek kılmaya yardım edecek fiziksel olgu hakkında düşünmeye başladı.

Işıma yöntemleri

Gücün kablosuz iletilmesi için çeşitli yöntemler yüzyıllardır bilinmektedir. Belki en iyi bilinen örnek radyo dalgaları gibi elektromanyetik ışımadır. Enformasyonun kablosuz iletilmesi için böyle bir ışıma harika olduğu halde güç iletimi için kullanılması mümkün değildir. Işıma her yöne yayıldığı için, gücün büyük bir bölümü boş uzayda boşa harcanacak, güç kaybı çok fazla olacaktır. Biri, lazerler gibi yönlendirilmiş elektromanyetik ışınım kullanılmasını düşünebilir. Ama bu çok pratik değildir hatta tehlikeli bile olabilir. Kaynak ile cihaz arasında kesintisiz bir görüş hattı ve cihaz hareketli olduğunda karmaşık bir takip mekanizması gerektirmektedir.

Anahtar: Manyetik Çift Titreşim

Aksine WiTricity, çift titreşim nesnelerinin kullanılmasına dayanmaktadır. Aynı titreşim frekansındaki iki titreşim nesnesi, titreşim dalgasının dışındaki nesnelerle zayıf bir şekilde etkileşirken enerjilerini verimli olarak birbirlerine aktarabiliyor. Salıncaktaki çocuk bunun için iyi bir örnektir. Salıncak bir mekanik titreşim türüdür, sadece çocuk salıncağın doğal frekansında bacaklarını aşağı yukarı kaldırdığı zaman gerçek enerji vermektedir. Diğer bir örnek akustik titreşimleri içermektedir: 100 adet aynı şarap bardaklarının olduğu bir oda hayal edin, her birine farklı seviyede şarap doldurulsun. Böylece onların her biri farklı titreşim frekanslarına sahip olmaktadır.

Eğer bir opera sanatçısı odanın içinde yeterince yüksek sesle tek bir nota söylerse, aynı dalgadaki bir bardak belki patlayacak kadar yeterli enerji biriktirebilir. Bu arada diğer bardaklar etkilenmeyecektir. Herhangi bir çift titreşimler sisteminde, sık sık “güçlü çift” operasyon rejimi oluşmaktadır. Verili bir sistemde o rejim içinde biri çalışmayı başarırsa enerji transferi çok verimli olabilir. Her çeşit titreşime uygulanan (örneğin akustik, mekanik, elektromanyetik vs.) bu faktörler evrensel olmakla beraber, MIT ekibi belirli tek bir çeşide odaklanmıştır: Manyetik çift titreşim. Ekip, daha çok manyetik alanları aracılığıyla birleştirilmiş iki elektromanyetik titreşimli sistem keşfetmiştir; aralarındaki uzaklık, titreşim nesnelerinin boyutundan birkaç kez daha büyük olduğunda bile bu sistemdeki güçlü çift rejimi saptayabildiler. Bu yolla yeterli güç transferi gerçekleştirilebilmiştir.

Manyetik bağlama, olağan materyallerin büyük çoğunluğu manyetik alanlarla oldukça zayıf şekilde etkileşime girdiği için günlük uygulamalar için özellikle uygundur. Böylece dış çevredeki nesnelerle etkileşim daha fazla engellenmektedir. Fizikte yüksek lisans öğrencisi olan Kurs “manyetik alanların biyolojik organizmalarla çok zayıf şekilde etkileşmesinin güvenlik faktörleri için de önemli olduğunu” belirtmiştir. İncelenen tasarım, her biri kendi başına titreşim sistemi olan iki bakır bobinden oluşmaktadır. Güç kaynağına bağlanan bobinlerden biri gönderme birimidir. Çevreyi elektromanyetik dalgalarla aydınlatmak yerine, çevresindeki alanı MHz frekansında dalgalanan ışımasız manyetik alanla doldurmaktadır. Sürecin titreşimli doğası, gönderme birimi ve alıcı birim arasında güçlü bir etkileşim sağlamaktadır. Bu arada çevrenin geri kalanıyla etkileşim zayıf kalmaktadır.

MIT’te fizik bölümü öğrencisi olan Moffat’ın açıklamasına göre “ışımasız alanı kullanmanın en önemli avantajı, alıcı birim tarafından toplanmayan enerjinin büyük bölümünün gönderici birimin çevresine bağlı olarak kalması, çevreye yayılmaması ve kaybolmaması gerçeğinde yatmaktadır”. Böyle bir tasarımla güç transferi sınırlı bir menzile sahip olmaktadır. Daha küçük boyuttaki alıcılar için menzil daha da kısalacaktır. Yine de dizüstü bilgisayar boyutundaki bobinler için, bir dizüstü bilgisayarı çalıştırmak için yeterli olandan daha fazla güç seviyesi oda büyüklüğündeki uzaklıklar üzerinde neredeyse her yönde ve verimli olarak iletilebilmektedir. Bu iletişim, çevredeki alanın geometrisinden bağımsız olarak ve çevresel nesneler iki bobin arasındaki görüş hattını tamamen kapatsa bile gerçekleştirilebilmektedir. Fisher “dizüstü bilgisayar böyle bir kablosuz güç kaynağının bulunduğu bir odada durduğu sürece, prize takılmasına gerek olmaksızın otomatik olarak şarj olacaktır. Gerçekten böyle bir odanın içinde çalışması için bataryaya bile ihtiyaç duyulmayacaktır” şeklinde bir açıklamada bulunmuştur. Uzun dönemde bu, insanların oldukça ağır ve pahalı olan bataryalara olan bağımlılığını azaltabilir. İlk bakışta böyle bir güç transferi, göreceli olarak sıradan bir manyetik indüksiyonu hatırlatmaktadır. Tıpkı çok kısa mesafede birbirlerine güç ileten bobinlerin bulunduğu güç transformatörlerinde kullanılan gibi. Gönderici bir bobinde dolaşan bir elektrik akımı alıcı bobindeki bir başka akıma neden olmaktadır. Her iki bobin oldukça yakındır, ama birbirine değmemektedir. Ama bu süreç, bobinler arasındaki mesafe arttığında önemli ölçüde değişmektedir. Elektrik mühendisliği ve bilgisayar bilimlerinde öğrenci olan Karalis’in belirttiği gibi “Burada titreşim bağlantısının büyüsü ortaya çıkmaktadır. Alışılmış rezonanssız manyetik indüksiyon bu özellikli sistemde bir milyon kez daha az verimli olacaktır.”

Eski fizik, Yeni talep

WiTricity, iyi bilinen fizik kanunlarına dayanmaktadır. Öyle ki birisi daha önce neden hiç kimsenin bunu düşünmediğini merak edebilir. Joannopoulos şunları söylemektedir: “Geçmişte böyle bir sistem için büyük bir talep bulunmamaktaydı, böylece insanların bunu incelemek için güçlü bir motivasyonu olmamıştır. Son birkaç yılda dizüstü bilgisayarlar, cep telefonları, iPod’lar ve hatta ev robotları gibi taşınabilir elektronik cihazlar yaygınlaştı. Bunların hepsi, sık sık şarj edilmesi gereken bataryalara ihtiyaç duymaktadır.”

Geleceğin neler sunacağı hakkında Soljacic şunları ilave etmiştir: “Bir zamanlar oğlum yaklaşık üç yaşındayken büyükannelerinin evini ziyaret etmiştik. 20 yıllık eski bir telefonları vardı ve oğlum ahizeyi kaldırıp şunu sordu: ‘Baba bu telefon neden bir kabloyla duvara bağlı?’

Bu kablosuz bir dünyada büyüyen bir çocuğun düşünce biçimidir. Verilebilecek en iyi cevap şuydu: ‘Ne kadar tuhaf ve kullanışsız, değil mi? Umarım kablolar ve bataryaların bir kısmından kurtulacağız.’”

Bu çalışmanın finansmanı, Ordu Nanoteknoloji Araştırma Enstitüsü -Soldier Nanotechnology Enstitüsü-, Ulusal Bilim Vakfı Materyal Bilimleri ve Mühendislik Merkezi ve Enerji Bakanlığı tarafından sağlanmıştır. (Ordu Nanoteknoloji Araştırma Enstitüsü- Haziran 2007, Haberin kendi başlığı “Güle Güle Kablolar”dır- dg)

Kelebek Etkisi ile “VoIP”

Burada bahsettiğimiz Kelebek Etkisi ile “VoIP” teknolojisinden bahsediyoruz. 90’ların ortasında kanatlarını çırpmaya başlayan bu teknoloji bugünlerde sert rüzgarlar halinde esmeye başladı ve uzmanların görüşlerine göre 2008 ile 2010 yılları arasında ciddi bir fırtınaya dönüşecek.

Kelebek etkisi bildiğiniz üzere Kaos teoremine dayanan bir deyim. Anlattığı ise bir kelebeğin kanat çırpışının kilometrelerce ötede bir fırtınaya sebep olabileceği üzerine.

Burada bahsettiğimiz Kelebek ise “VoIP” teknolojisi. 90’ların ortasında kanatlarını çırpmaya başlayan bu teknoloji bugünlerde sert rüzgarlar halinde esmeye başladı ve uzmanların görüşlerine göre 2008 ile 2010 yılları arasında ciddi bir fırtınaya dönüşecek.

Bu öyle bir fırtına ki köklü telekomünikasyon şirketlerinin stratejilerini değiştirmesine sebep oluyor. Bütün firmalar yaklaşan fırtınaya karşı önlemlerini alıyorlar. Belliki bu fırtına bazı büyük firmaları yerinden söküp atacak kuvette. Bazı küçük ve orta büyüklüktekileri de abilerinin yanına taşıyacak.

Peki neye dayanarak diyeceksiniz. İşte size sebepleri;

Öncelikle klasik telekomünikasyon sistemleri ile VoIP çalışan sistemleri incelemek gerekli. Klasik yani TDM temelli sistemler büyük oranda bu amaca hizmet eden elektronik devrelerdir. Bu sistemlerin geliştirme maliyetleri yüksektir çünkü bu sistemlerin tasarlanması için çok sayıda nitelikli mühendislere ihtiyacınız vardır. Sistemin temeli inşaa edildikten sonra üzerinde radikal değişiklikler gerçekleştirmeniz hemen hemen imkansızdır çünkü bu tip değişiklikler çoğunlukla elektronik dizayn gerektirir. Bahsettiğimiz bu işlemlerin hepsi ciddi birer maliyet kalemidir. Tabiki bu ürünlerin üretimi için ciddi bir üretim tesisi de gerekmektedir. Bütün bunların sonunda görevini yerine layığıyla getiren ama sahip olma ve işletme maliyetleri yüksek bir sisteme sahip olursunuz.

VoIP çalışan sistemler ise büyük oranda yazılım temellidir. Birçok amaç için üretilen PC tabanlı sistemler üzerinde çalışırlar. Geliştirme maliyeti TDM temelli santrallere göre düşüktür çünkü yerine getireceği fonksiyonlar yazılım tarafından karşılanır. Çoğunlukla elektronik dizayn gerektirmez. Daha yüksek kapasiteli işlemciler kullanıldığından birden fazla fonksiyonu yerine getirebilirler. Amaca özel değil genele hizmet eden donanımlar kullanıldığı için ilk sahip olma maliyeti ve işletme maliyeti TDM temelli sistemlere göre daha avantajlıdır. Üretimi için daha küçük bir üretim bandı yeterlidir.

Bu açıdan baktığınız zaman VoIP teknolojisinin yarattığı rahatsızlık gayet doğaldır. Çünkü VoIP bir değişimdir. İletişim sistemlerinin üretiminde, İş yapış şeklimizde ve hatta yaşayış şeklimizde. GSM teknolojisi hayatımızı nasıl değiştirdiyse VoIP de aynı şekilde değiştirecektir ve hatta değiştiriyorda.

Bilindiği gibi değişimi kabullenmenin çeşitli aşamaları var. Bunlar;

- Denge
- Hareketsizlik
- İnkar
- Kızgınlık
- Pazarlık
- Depresyon
- Test
- Kabullenme

Şu anda kullanıcılar ve üreticiler bu aşamalardan geçmekte. Kimileri daha ilk safhalardayken kimileri bu değişikliği kabullenmiş ve hatta bu değişiklikten faydalanabilmeleri için yollar arıyor yada uyguluyorlar.

Örneğin son günlerde birleşme haberi ile gündeme gelen Avaya’yı “www.avaya.com“ ele alalım. TDM temelli santrallerden gelen Avaya uzun süredir IP temelli sistemler ile müşterilerine hizmet vermekte ve bu alanda araştırma şirketleri tarafından Pazar lideri olarak gösterilmekte. Peki milyar dolar ciro yapan ve büyümesini devam ettiren bir şirket neden böyle bir birleşme gerçekleştireceğini duyursun?

Kimilerine göre bu ticari bir durum olarak yorumlanırken bazı çevreler bunu değişen piyasa şartlarına göre Avaya tarafından öngörülen bir düzenleme olarak yorumluyor.

Çünkü VoIP sebebiyle artık iletişim bir yazılım işi haline dönüştü ve hatta yazılım destekli servisler olma yolunda ilerliyor. Şirketlerin iletişim ile ilgili beklentileri değişiyor ve artık daha farklı alanlarda bu yazılımları kullanmak istiyorlar. İletişim sistemlerini artık süreçlerinin birer parçası haline getirmek istiyorlar. Avaya gibi bir şirket için bile böyle büyük bir şirketi bu ihtiyaçları karşılayacak ürünler veya servisler verecek hale getirmek ciddi bir maliyet demek.

Bu aşamada iki kuraldan bahsetmek istiyorum.

Bunlardan ilki Metcalfe kanunu. 3M şirketinin kurucusu olan Robert Metcalfe “Bilgi ağlarının kullanılabilirliği yada faydası, kullanıcıların sayısının karesi ile doğru orantılıdır.” Şeklinde ifade ettiği bir kanun ortaya koymuştur.

Diğeri ise “Disruption” kanunu. “Disruption” türkçe’de aksama, kesilme anlamına geliyor. Bu kanuna göre; teknolojik sistemler Moore yasasının da gösterdiği şekilde üstel olarak gelişir. Bu gelişim ve değişim belirli bir yoğunluğa geldiği zaman ilgisiz gibi görünen başka sistemleri de etkiler.

Bu iki kanun aslında VoIP teknolojisinin bugünkü durumunu gayet iyi özetliyor. Genişbant internet erişimi ve kullanıcıların yaygınlaşması Skype gibi iletişim sistemlerinin önünü açtı. Yaygınlaşan ve talebi artan bu teknoloji ise artık belirli bir doygunluğa ulaştı ve şu anda başka sistemlerin gelişimini tetikliyor. Örneğin GSM telefonların üzerinde SIP desteği gelmeye başladı.

Artık Microsoft “www.microsoft.com“ gibi büyük yazılım şirketleri bu alana girmeye başladılar. Mevcut şirketler değişen şartlara göre stratejilerini gözden geçiriyorlar. Açık kaynak yazılım üreten topluluklar bu alanda bir çok proje ürettiler ve üretiyorlar. Hatta açık kaynak VoIP yazılımları başka Açık Kaynak yazılımlarla entegre oldular. Bu durum servis konusunda tecrübeli daha ufak şirketleri bu alana çekiyor. Hatta ülkemizde de bu alanda çözümler üreten Cwiz “www.cwiz.com.tr“ gibi ürünler görülüyor. Bu değişimin sebebi ise 90 ların ortasında kanatlarını çırpmaya başlayan VoIP kelebeği.


Kaynaklar:

  • www.sgdb.ed.tr
  • turk.internet.com
  • www.voipplanet.com
  • Apple firması, yeni mobil telefon ve müzikçaları iPhone'u 29 Haziran'da ABD'de satışa sunacak.


    6 ay önce bu yeni ürününü Başkanı Steve Jobs ile tanıtan Apple, iPhone'un 29 Haziran'da raflarda yerini alacağını, televizyon reklamları ve web sitesindeki ilanlarıyla duyurmaya başladı.

    IPhone'un ABD'deki dağıtımı Amerikan ATT telefon şirketi tarafından yapılacak. Mobil telefon ile geniş ekranlı bir iPod müzik çalar ve internet erişimli bir aygıtı tek bir cihazda birleştiren iPhone'un, 2008 başında da Avrupa ülkelerinde satışa sunulması bekleniyor.

    IPhone'un 4 GB kapasitelisi 499 dolara, 8 GB kapasiteye sahip olanı da 599 dolara satılacak.

    Geniş bir dokunmatik ekran ve yeni bir yazılım temelinde kullanıcı arayüzüne sahip iPhone, kullanıcının parmaklarıyla ekranda bir isme veya numaraya dokunarak arama yapmasını sağlıyor.

    IPhone, bir PC gibi internet hizmetinden kullanıcı bilgisi alınmasını da olanaklı kılıyor. Veri iletimi için EDGE ve Wi-Fi kablosuz teknolojilerini kullanan, quadband iletişim alt yapısıyla çalışan GSM telefonuna sahip iPhone, SMS yazarken yanlış yazmaya engel olan ve yanlışları düzelten "Qwerty" uygulamasını sunuyor.

    İki megapiksel kamera ile bir PC ya da Mac ile uyumlu fotoğraf yazılımını bünyesinde bulunduran iPhone, ayrıca, geniş dokunmatik ekranla kullanıcısına şarkı, sanatçı, albüm ve şarkı listelerine bir parmak hareketiyle ulaşma olanağı sağlayan tam bir iPod hizmeti sunuyor.

    Kullanıcısına müzik, sesli kitap, sesli ve görüntülü podcast, müzik videosu, televizyon programı ve film izleme olanağı sağlayan cihazın 3.5 inçlik ekranında TV programı, film izlenebiliyor, dokunmatik olarak ses, ileri-geri kontrolü yapılabiliyor.

    802.11 b/g Wi-Fi ile kablosuz internet ağına bağlanabilen iPhone, ayrıca Google'ın harita hizmeti ile Apple'ın harita uygulamasını kullanabiliyor.

    9 farklı dilde YouTube hizmete girecek


    YouTube kurucuları Chad Hurley ve Steve Chen, Paris'te düzenlenen bir konferansta, sayfanın kısa süre sonra yeni dillerle donatılacağını ve yerelleştirileceğini açıkladı.

    Geçen yıl 1.65 milyar dolar gibi rekor bir fiyata Google tarafından satın alınan YouTube sürekli olarak geliştirilmeye devam ediyor.

    İlk aşamada 9 yeni ülkede gerçekleştirilecek olan proje kapsamında site üzerinde ana sayfa ve arama fonksiyonlarına dair özellikler o ülke diline çevrilecek. Ardından sistemin ülkeye göre sıralama ve o ülkenin değerlerine göre bir içerikle sürdürüleceğini ifade eden ikili, getirilecek yeniliklerin öncelikle Brezilya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İspanya, İtalya, Japonya ve Polonya'da uygulamaya sokulacağını açıkladı.

    Türkçe ile ilgili bir planın olup olmadığı henüz bilinmiyor. Ancak Google'ın (dolayısıyla YouTube'un) kullanıcı potansiyeli gördüğü ülkelere yatırım yaptığı da bilinen bir gerçek. Türkiye için Türkçe YouTube açılması adına belki de Türk internet kullanıcılarının buradaki potansiyelden yetkilileri haberdar etmesi gerekecek.

    Erkunt, 1 dönüm arazide 0.75 litre yakıt kullandı


    Erkunt Tarım Makineleri tarafından üretilen Türkiye'nin ilk yerli tasarım traktörlerinin yakıt tasarrufu sağladığı noter tarafından onaylandı.

    Tarım Makine ve Aletleri Test Genel Müdürlüğü ve Sincan 2. Noter'i huzurunda geçtiğimiz günlerde yapılan mazot testinde sağladığı yüzde 40'a varan oranlarda yakıt tasarrufu onaylanırken, Erkunt marka traktörlerle 1 dönümlük arazi 8 dakika 48 saniyede sadece 0.75 litre yakıt harcanarak sürüldü.

    Erkunt Tarım Makineleri Genel Müdür'ü Zeynep Erkunt Armağan, yakıt tasarrufu konusundaki iddialarını belgelediklerini söyledi. Çiftçilere ürettikleri traktörlerinin tanıtımını yaparken, sağladıkları yakıt tasarrufunun önemine değendiklerini belirten Armağan, şunları söyledi:

    Ancak zaman zaman sevgili çiftçilerimizden '1 dönümde ne kadar mazot yaktığının çalışması varsa bize gösterin' talepleri alınca, haklı isteklerini, noter huzurunda yapacağımız bir testle karşılayalım istedik. Ve iddiamızın ispatını da gerçekleştirmiş olduk. 1 dönümde 0,75 litre mazot tüketimi, gerçekten Türk çiftçisine büyük katkı sağlayacak bir avantajdır. Hele ki mazotun bu kadar pahalı olduğu bir ülkede.

    Firmamız; ERKUNT TARIM MAKİNALARI SANAYİİ. A.Ş. , bir ERKUNT GRUBU şirketidir.

    Ankara Sincan Organize Sanayi Bölgesinde toplam 32.269 m2 açık alan üzerine kurulu fabrikamızda , Türkiye'nin tamamı yerli sermaye ile Türk Mühendisleri tarafından tasarlanmış ilk traktörleri üretilmektedir. Traktör üretimine 2004 yılı Eylül ayında başlanmıştır. Şirketimizin 2.üretim yıldönümünde ilk ihracat bağlantısı yapılmış ve içinde bulunduğumuz sektörde, bir ilke daha imza atılarak Bulgaristan'a, Azerbaycan'a ve Macaristan'a distribütörlük verilmiştir.

    ERKUNT traktörleri bu kısa süre içerisinde, yüksek performansı ve düşük yakıt tüketimi ile Türk çiftçisine kendisini kabul ettirmiştir. Üretime ilk başladığında 2 model ile pazara açılan firmamız, gelen yoğun talep üzerine bugün 5 farklı model ve 15 tip traktörü paha biçilmez Türk toprağı ile buluşturmuştur.

    26/09/2006 Tarihinde TSE-ISO-EN 9001:2000 Kalite Yönetim Sistemi Belgesi almaya hak kazanmış olan firmamız , Türkiye'de ve Dünyada, kaliteli ürünleri ile adını duyurmaya, hızla büyümeye, genç ve dinamik kadrosu ile Türkiye'de ilklere imza atmaya devam edecektir.

    Bilgi ekonomisinin yerini tasarım ekonomisi mi alacak?



    Maddenin sınırları içinde kalmayıp onu aşmaya çalışmak..Yalnızca bilimsel ölçülerle yetinmeyip, maddeyi aşmak ve hükmetmek. Bilineni değiştirmek..Bin yıllardır simyacılığın kendini aşma çabası modern çağda endüstriyel tasarımcılarda hayat buluyor. Onlar bilim dışı her ölçüyü; duyguları, yaratıcılığı ve hayal gücünü de ürünlere yansıtıp, objelere yeni şekiller kazandırıyor. Musluk, çaydanlık, otomobil ya da bilgisayar, akla gelebilecek her eşya endüstriyel tasarımcıların elinde yeniden hayat buluyor. Çevrelerine adeta üçüncü bir gözle bakan endüstriyel tasarımcılar objeleri kimi zaman modaya uygun, kimi zaman geleneksel, kimi zaman da çağdaş esintilerle şekillendiriyor.

    Ancak üzerinde çalıştıkları objeleri zevkli ve konforlu hale getirirken, kullanışlı olmasını ve sorun çözmesini de ön planda tutuyorlar. Pazar ihtiyaçları, imalat yöntemleri, ergonomi ve estetik, tasarımları etkileyen unsurlar arasında. Türkiye'de 1990'lı yıllardan sonra gelişen endüstriyel tasarımcılık dünyada oldukça önemli bir yere sahip. Özellikle son 10 yıldır dünyanın önde gelen ülkeleri, rakiplerinden farklı olmanın yolunun endüstriyel tasarımdan geçtiğinin farkında. Bu nedenle Almanya, İtalya ve Japonya başta olmak üzere, piyasayı yönlendiren ülkeler, yıllardır ürün geliştirme konusunda yoğun şekilde çalışıyor. TÜRKİYE VE ENDÜSTRİYEL TASARIM İTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü Öğretim Üyesi ve Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu (ETMK) İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Prof.Dr. Alpay Er, Türkiye'de mesleğin gelişimini şu şekilde özetliyor: "Türkiye'de endüstriyel tasarımın gelişiminde 1980 ve 1995 tarihlerinden söz edebiliriz. 1980 sonrasında Türkiye'nin ekonomik cephesinde köklü değişimler yaşanmaya başladı, ihracat gündeme geldi, rekabet arttı, piyasa ekonomisi kuralları yerleşmeye başladı. Ne zaman yüksek tasarım girdili yabancı ürünler iç piyasada boy göstermeye başladı, o zaman hedefleri sadece iç piyasa olduğundan tasarımı bir gereklilik gibi görmeyen firmalar da ürünlerinde fark, yenilik yaratma çabasına girdi." Alpay Er, "Artık dünya bilgi ekonomisi yerine tasarım ve yenilik ekonomisi gibi kavramları tartışıyor" dedi. YURT DIŞINDAKİ ÜNLÜ TASARIMCILARIMIZ Başarılı tasarımcılarımızın sayısı her geçen yıl artıyor. Ayşe Birsel, Defne Koz, İnci Mutlu, Mirzat Koç, Türkiye'de yetişip yurtdışında kariyerlerini başarıyla sürdüren isimler. Yurtdışında tasarım eğitimi alarak, kariyerini Wolkswagen Grubu'nun Tasarım Müdürü olarak sürdüren Murat Günak da ünlü Türk tasarımcılar arasında. Alpay Er, başarılı tasarımcılar listesine şöyle devam ediyor; " Çalışmalarını İstanbul'da sürdüren Aziz Sarıyer, Oya Şenocak, Ümit Altun, Can Yalman, Tanju Özelgin, ve Arif Özden'i, genç kuşaktan Kunter Şekercioğlu, Trio Tasarım Grubu'ndan Ece Günay ve Burak Dalyan ile Zafer Uluçay'ı da bu gruba dahil etmek gerekiyor. Ayrıca aldıkları ödüller ile yurtdışındaki tasarım dergilerinin de dikkatini çeken yeni mezun Tamer Nakışçı, Demet Bilici ve Seçil Uğur'un da önümüzdeki yıllarda adlarından sık sık söz ettireceği muhakkak." Murat Günak'ın tasarladığı Peuguot 206, Ayşe Birsel'in ABD'li ofis mobilya devi Herman Miller için tasarladığı Resolve ve İnci Mutlu'nun Koziol için tasarladığı plastik aksesuarlar büyük beğeni topladı. Özellikle genç kuşaktan tasarımcılar ve öğrenciler Philips, Nokia ve benzeri uluslararası firmaların düzenledikleri yarışmalarda yıllardır dereceye giriyor. En son Tamer Nakışçı Nokia'nın ödülünü kazandı. Son 5 yıldır Türk firmaları İF ve Red Dot gibi Avrupa Tasarım Promosyon örgütlerinin de ödüllerinin de sahibi oldular.
    Demet Bilici: Endüstri, tasarımın önemini keşfetti Demet Bilici tasarladığı "Drop Corian Lavabo" ürünü ile Wallpaper Dergisi'nde "En Çok Aranan 10 Tasarımcı" başlığı altında yer aldı. Bilici'nin bir başka ürünü "Yaptım-Bozdum", tasarımcıya ADesign Fair 2004'de Yılın Genç Tasarımcısı ödülünü getirdi. "Mesleğimiz tamamen insanla ilgili. İhtiyaç zevk ve konfora hizmet veren bir sektörde çalışıyoruz. Düşünce yapımızla, olaylara Akdeniz sıcakkanlılığıyla bakışımızla, pratik zekamızla aslında tasarıma yepyeni bir bakış açısı ve boyut getirebiliriz. Endüstrinin de bunu fark etmeye başladığını düşünecek olursak önümüzdeki yıllarda çok güzel gelişmeler yaşanacağına inanıyorum".
    Ümit Altun: Henüz çocukken karar verdim "Oldum olası otomobil çizmeye, tasarlamaya aşırı bir merakım vardı. Sürekli bulduğum her kağıt parçasının üzerine otomobil resimleri çizerdim. Oyuncakları bozarak yeni modeller yapardım. Lise yıllarımda meslekler hakkında bilgi sahibi olmaya başladığımda ise tasarımcı olmaya karar verdim. Bu karar benim için sadece ileride yapacağım mesleği seçmek anlamına gelmiyordu, aslında o anda yaşam biçimimi şekillendirecek kararı vermiştim. 2003 yılından beri endüstriyel ürün tasarımı konusunda birçok firma ile değişik konularda yürüttüğüm tasarım çalışmalarımı kurucusu olduğum DesignUM'da sürdürüyorum."
    Ece Günay: Tasarım, rekabet gücünü arttırıyor "Endüstriyel tasarım bir ürünün pazarda rekabet gücünü arttıran en önemli unsurlardan biri. Son dönemde endüstriyel tasarımcılık gençler tarafından tercih edilen meslekler arasına girdi. Bunun nedenini de mesleğin gençlerin kendilerini ifade ederken daha özgür olmalarına olanak verdiğini düşünüyorum. Her insanın doğasında tasarımcılık yatar. Ancak endüstri ürünleri tasarımcısının aldığı sağlam teknik ve görsel eğitimin yanı sıra güçlü bir öngörü ve yorum yeteneğine sahip olması gerekir Her projenin kendi araştırma, tasarım ve imalat süreçleri vardır ki bazen bunlar birbirleriyle eş zamanlı da yürüyebilir. Ürün tasarımı sürecinde tasarımcının düşündükleri projeye göre değişiyor."

    Dilek Mollaveisoğlu, İTO İstanbul Ticaret Gazetesi, 31 Ekim 2005.

    En Büyük Denklemi Türk Mühendisler Çözdü!

    Türk bilim adamları, İngiltere'den ödünç aldıkları bilgisayar sistemi ile en büyük integral problemini çözmeyi başardı. 40 milyon bilinmeyenli denklemin çözülmesinin sağlık ve savunma sanayiine katkı yapacağı belirtiliyor. Cep telefonlarının sağlığa etkisi de bu sayede tespit edilebilecek.

    Yabancı meslektaşlarına kıyasla kısıtlı imkânlarla çalışan Türk bilim adamları, uluslararası bir başarıya imza attı. Bilkent Üniversitesi Bilişimsel Elektromanyetik Araştırma Merkezi (BiLCEM), tarihteki en büyük integral problemini çözerek dünya rekoru kırdı. Proje lideri Prof. Dr. Levent Gürel ve ekibi, yazılımını ve donanımını kendilerinin hazırladığı paralel bilgisayar sistemi ile 40 milyon bilinmeyenli bir denklemi çözdü. Bu sayede çok üst düzey modellemeler yapmanın mümkün olacağı ve simülasyon sistemi ile özellikle savunma ve sağlık sektörlerinde büyük aşama kaydedileceği belirtiliyor. Projenin amaçlarından biri ise cep telefonlarının insan sağlığı üzerindeki etkilerini tespit etmek. Daha önce ABD'nin Illinois Üniversitesi'nde görevli bilim adamları en çok 22 milyon bilinmeyenli denkleme ulaşabilmişti. Rekor, alanında dünyanın en önemli kuruluşu Elektrik-Elektronik Mühendisleri Enstitüsü'nce haziran ayında bilim dünyasına duyurulacak. Başarının ilginç bir de öyküsü var: Yüksek kapasiteli bilgisayarlara ulaşma imkânı olmayan ekip, kendi ürettikleri yazılımlar ile bir paralelleme metodu oluşturdu ve INTEL firması ile temasa geçti. İngiltere'deki sistemini ödünç veren firma, çalışanlarının tatilde olduğu bir hafta sisteme Ankara'dan erişim sağladı. Hafta boyu süren aralıksız çalışma, rekoru da beraberinde getirdi.

    21. Yüzyılda Bilgi Teknolojileri ve Türkiye

    20.yüzyılın son çeyreğinden itibaren ortaya çıkan hızlı teknolojik gelişmelerin beraberinde yüksek seviyede sosyo-ekonomik yenilenme sürecini taşımasıyla, insanoğlu yeni bir çağın oluşmakta olduğunun ayırdına vardı; Bilgi Çağı. Nasıl; orta çağ, feodal-tarım toplumunu, sanayi çağı, sanayi toplumunu ve sosyal sınıf kavramını ortaya çıkardıysa; bilgi çağı da kendi toplumunu oluşturmaya başladı. Bu yeni topluma ortak kanı olarak bilgi toplumu dendi. Kimileri bu hızlı toplumsal değişim aşamasını sanayi toplumunun ileri bir seviyesi olarak değerlendirse de meydana gelmekte oluşan değişimin, var olanın devamı olmaktan çok, ilerde ve farklı nitelikte olduğunun kabulü daha gerçekçi bir yaklaşımdır. Sanayi toplumu ile bilgi toplumu arasındaki ilişkinin yadsınamaz düzeyde olmasına karşın, bu ilişkiyi matematiksel önermeler açısından gerektirme ve neden sonuç ilişkisiyle açıklamak mümkün olmaktadır.

    Bilgi çağına geçiş süreci incelendiği zaman karşımıza çıkan olgu, sanayi toplumunun önde gelenlerinin serbest rekabet ortamında bir adım daha öne geçebilme kaygısıyla yaptıkları sınırtanımaz teknolojik atılımlardır. 2.Dünya savaşı dönemiyle birlikte özellikle savunma sanayiinde kendini gösteren teknolojik atılımlar sıcak savaş döneminden soğuk savaş dönemine geçildikçe yerini sanayi toplumunun son aşaması olan toplumsal refah - yüksek tüketim toplumuna ulaşmaya yönelik araştırmalara bıraktı. Özellikle 1960'ların ikinci yarısında meydana gelen dünya ekonomik bunalımı ve 1973'teki dünya petrol krizi ile insanoğluna hakim olan sınırsız doğa kaynakları kullanımı mantığının yerini yavaş yavaş doğa kaynaklarının dikkatli ve verimli kullanım anlayışının alması ile araştırmaların toplumsal hayata yönelik bir yön kazanması insanoğlunu bilgisayar kavramı ile tanıştırdı. Bilgisayar kavramı 50'lerden bu yana var olmasına karşın o tarihlerde bilgisayarın günlük hayata entegre edilmesine dair hiçbir girişimde bulunmaya gerek görülmemişti. Ancak bahsedilen oluşumların ardından yarıiletken teknolojisindeki gelişmelerle mikroelektronik ve tümdevre kavramlarının ortaya çıkması ve bilgisayarın hem boyutsal, hem de fiyat açısından kullanılabilir seviyelere indirgenmesiyle süreç aynen buhar makinesinin bulunmasının ardından sanayi çağına geçişte olduğu gibi işlemeye başladı. Buhar makinesinin yerini bilgisayar aldı. Sanayi toplumundaki makina, kimya ve inşaat gibi öncü endüstrilerle maddi üretime yönelmiş olan emek-zaman giderinin bilgi toplumunda bilişim tabanlı sayısal üretime çevrilmesi ve fiziksel emeğin yerini giderek artan oranda zihinsel emeğe terketmeye başlaması endüstriyel sektörün de bu alana kaymasına yol açtı. Ayrıca sanayi toplumundaki ferdiyetçilik ve sınıfsallık gibi kavramların giderek silikleşme beklentisi ve bilginin paylaşımcı üretim ve tüketimi yoluyla sinerjik ekonomiye geçilmesi, hatta ileriki dönemlerde bu ekonomik dönüşümlerin politik, sosyal ve en son da kültürel alanda toplumda yapacağı köklü değişimlerin beklentisi sanayi toplumunun yerini hızla bilgi toplumuna bırakmasına yol açtı.

    Bilgi toplumuna geçişte ön plana çıkan ihtiyaç, teknoloji ve bunun sonucunda gerekli bilişim altyapısının oluşturulması zorunluluğudur. Bilişim teknolojisinin var olmaması bilgide üretim kısırlığına yol açacağından toplumun gelişmesi mümkün olmamaktadır. Sanayi çağı ile bilgi çağı arasındaki bir fark daha bu noktada belirginleşmektedir. Sanayi çağında toplumda tüketim esasken bilgi çağında üretim esastır. Yani sanayi çağında dışarıdan teknoloji ithal edilmesi yoluyla -yıllardır ülkemizde yapılan- toplumun teknolojiye adaptasyonu mümkün iken bilgi çağında bu tamamen ortadan kalkmıştır. Çünkü bilgi çağında ürün tüketildikten sonra dahi bir sonraki üretimde hammaddeyi teşkil etmektedir. Böylece bilgi hem üretimin hem de tüketimin temel girdisi olmaktadır. Bilişimsel bilgi üretimine yönelimle fabrika gibi fiziksel üretim mekanlarının yerini bilgi merkezlerinin ve ağ ortamlarının almasıyla fiziksel emek ihtiyacının giderek azalması sonucunda nitelikli çalışana olan ihtiyaç baş göstermektedir. Bunun da eğitim yoluyla karşılanacak olması, az önce sözünün ettiğimiz sosyo-ekonomik yapıdaki değişimin ardından eğitimle paralel, tinsel içerikli ve bilim dışı inançları azaltmasına yol açacağından bu da politik ve kültürel değişime yol açacak, bu değişimler eleştirel ve bilimsel bakış açısının kazanılmış olması sayesinde yeni özgün bilgi üretimini sağlayacak, ekonomik kalkınma hızlanacak ve böylece en sonunda bilgi çağı için gerekli toplumsal döngüyü oluşturacaktır.
    Görüldüğü üzere sanayi toplumunda -üretim aşamasında sonlanma sonucu- var olan lineer kalkınma hızı bilgi toplumunda yerini geri beslemeden kaynaklanan eksponansiyel (üstel seviyede) bir hızla kalkınmaya bırakmaktadır. Burada sanayi toplumundaki kalkınma anlayışı ile bilgi toplumundaki kalkınma anlayışı arasındaki bir farka da dikkat etmek gereklidir. Sanayi toplumunda kalkınma, toplumun yaptığı tüketime dayalı olarak üreticinin getirisidir. Ancak bilgi toplumundaki sinerjik (paylaşıma dayalı) yaklaşım, bilişimsel getirinin tüm topluma açık olmasını sağlamaktadır. Bu da sosyolojik bağlamda sınıfsallığın ve gelir dağılımındaki adaletsizliğe neden olan ferdi büyüme ivmesinin azalmasına yol açabilecek ve sınıfsal toplumdan fonksiyonel topluma (yetenek-görev-gelir ilişkisi tutarlı) geçişi gerçekleştirecektir.

    Kalkınma ve gelişim alanında bilgi çağının taşıdığı bu özellikler kaçırılan bir trenin yakalanma olasılığını en aza indirmektedir. Maalesef bilgi toplumuna geçişte toplumların tam sanayileşmiş olması gerekliliği yani teknolojik üretim, bir ön koşul iken, ülkemiz sanayileşme aşamasına çok geç girmiş olmaktan ve halen ancak yarı-sanayileşmiş olmaktan dolayı çok geride kalmıştır. Sanayi çağında onyıllarla ölçülen sürelerin bilgi çağında yıllar ve hatta aylar seviyesine indirgenmiş olmasıyla bu handikap kısmen zayıflamış olsa da halen yeni çağı özümsemiş ve bilgi toplumuna geçişi hedefleyen bir yönetim yapısına sahip olmamamız bu konuda işimizi giderek zorlaştırmaktadır. Yapılması gereken ivedilikle bir yeni çağa geçiş stratejisi hazırlamak ve bunu uygulamaya koymaktır. 21. Yüzyılın devletini ve güçlü Türkiye’sini yaratmak amacıyla uygulamaya konulacak yeni çağa geçiş politikalarında temel bileşenler şunlar olmalıdır:
    · Ulusal teknoloji politikaları
    · Bilim ve Teknoloji Bakanlığı
    · ARGE
    · Üniversite-Sanayi-Devlet-İşbirliği
    · Bilişim tabanlı katılımcı eğitim sistemi
    · Temel Eğitim
    · Bilişim ve Teknoloji Eğitimi


    Ulusal Teknoloji Politikaları

    Bilim ve Teknoloji Bakanlığı

    Bilim ve Teknoloji Bakanlığı’nın kurulması Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve ulusu 21. Yüzyıla taşıyacak revizyonist atılımların en önemli ayağını teşkil etmektedir. Ülkemizde var olan bürokratik yapı zamana karşı yarışın söz konusu olduğu teknolojik alt sektörlerde gelişmenin önünde bir engel teşkil etmekte ve dış kaynaklı yatırımcı ile ulusal yatırımcı arasında rekabet eşitsizliğine yol açmaktadır. Bu nedenle acilen teknolojiye ilişkin kararların bürokratik yavaşlıktan uzak ve bilinçli bir şekilde alınmasını sağlayacak bir merkezi otoritenin BİLİM ve TEKNOLOJİ BAKANLIĞI adı altında oluşturulması gerekmektedir. Bu bakanlık ülkenin her açıdan en güvenli yeri konumunda bulunan Orta Anadolu’da yeni şehirler projesi kapsamında kurulacak olan Teknokent içerisinde bulunacak hem özel hem de kamusal sektör bileşenleri ile sürekli koordinasyon halinde bir politik destek unsuru olacaktır.

    Bilim ve Teknoloji Bakanı, akademik bilim veya bilişim sektörünün içerisinden gelen konusunda yetkin bir kişi olmalıdır. Meclis içerisinden, öncelikle iktidar ortaklarından, uygun görülmezse muhalefetten; gerekli niteliklere ve vizyona sahip bir bilim adamı, mühendis ya da bilişim sektöründe çeşitli mevkilerde görev yapmış ve kendini kanıtlamış bir milletvekili bakan olarak atanmaldıır. Eğer meclis içerisinden uygun bir isim bulunamazsa sektör içerisinden toplumun ve meclisin üzerinde anlaştığı bir isim ulusal güvenlik kriterleri de göz önünde bulundurularak bakan olarak atanmalıdır.

    Bilim ve Teknoloji Bakanlığı, 21. Yüzyılda en stratejik bakanlık olarak var olacaktır. Bakanlık bütçesi her yıl olağan bütçe görüşmeleri sırasında yıllık bütçenin %5’inden az olmamak kaydıyla ülkenin ve dünyanın içerisinde bulunduğu durum göz önüne alınarak belirlenmelidir.
    Bilim ve Teknoloji Bakanlığı’nın temel görevleri şunlar olmalıdır;
    - Ülkede teknolojiye yapılan yatırımları arttıracak düzenlemelerde bulunmak, üretimi arttırmak amacıyla süreli vergi muafiyeti veya rekabet avantajı yaratılması gibi konularda Maliye Bakanlığı ile koordinekli olarak çalışmak.
    - Ulusal güvenlik kapsamına giren konularda Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı ile iletişim içerisinde olmak. Savunma ve İletişim Teknolojileri konusunda yapılacak yatırımlarda gerekli beyin ve iş gücü için yetişmiş uzman desteği vermek.
    - Özel sermayeyi, bilişim sektörüne ve teknolojik araştırmalara yapılacak yatırımlar konusunda yönlendirmek.
    - AR-GE faaliyetlerinin geliştirilmesi ve desteklenmesine yöneli gerekli politik düzenlemelerin yapılmasını sağlamak. Bu yönde sistematik çalışmalarda bulunmak.
    - 5, 10 ve 20 yıllık perspektifler içerisinde geleceğe dönük planlamalar yapmak.
    - Ülke kaynaklarının verimli değerlendirilmesi amacına yönelik olarak sayısal veri tabanlarının oluşturulmasına katkıda bulunmak, Coğrafik Bilgi Sistemi (GIS) ve Küresel konumlama Sistemi (GPS) yüksek teknoloji olanaklardan daha yoğun biçimde faydalanılmasını sağlamak.
    - Sektörel ihtiyaçları belirlemek, planlama çalışmaları sonucu ihtiyaç duyulan alanlarda devlet desteğini ve denetimini arttırmak özel sermayeyi bu alanlara teşvik etmek.
    - Küresel rekabet ortamında ülkeyi bir adım öne çıkaracak alanlara öncelik tanımak ve geleneksel fiziksel üretim sektöründen bilişimsel üretime doğru yatırımların kaydırılması için gerekli ön koşulları sağlamak.
    - Sektörün ihtiyaçları doğrultusunda Milli Eğitim Bakanlığı ve Üniversiteler ile koordineli olarak yeni eğitim alanları belirlemek, nitelikli eleman yetiştirmek ve genç beyinleri bilinçli ve verimli tercih yapmaya yönlendirmek.
    - Her türlü yatırımın takibini yapmak. Denetimlerde ve önerilerde bulunmak.
    - Dönemsel maliyet ve performans analizi çalışmalarıyla teknolojik üretimin optimize edilmesi konusunda çalışmalar yapmak, sektör bileşenlerinin vergi yükümlülüklerini belirlemek.
    AR-GE Politikası
    21. yüzyılda ülkelerin gelişmişlik kriteri yapılan ihracat tutarı, fiziksel üretim miktarı ve istihdam oranı değil nitelikli teknolojik üretim ve yatırım tutarıdır. Bu nedenle yeni çağda ulusların ayakta kalabilmesi ancak beyinlerin teknolojik ilerlemelere ve çağın gereklerine ayak uydurabilecek şekilde geliştirilmesi ile mümkün olabilecektir. Bunun için halkın teknolojik gelişmeleri yakından takip etmesi ve teknoloji ve bilişimle içi içe yaşaması gerekmektedir. Teknolojinin kanıksanması ve zaruretinin görülmesi toplumun yönetim üzerindeki baskısını gelişim yönünde destekleyecek ve ilerleme için gerekli dinamiği oluşturacaktır. Özellikle ülkemiz gibi genç nüfus oranının çok yüksek olduğu toplumlar bu konuda gelişmiş olan ülkeler karşısında çok önemli avantajlara sahiptir. Önemli olan bu avantajı kullanabilmektir.
    Uluslara küresel gelişmeler karşısında rekabet etme şansını getirecek olan teknolojik üretim tarzı özgün üretimdir. Dış kaynaklı, patentli teknolojik bir ürünün ithali veya ülke içerisinde fason üretiminin yapılması, yerli sermayenin gelişmesini engellemekte ve ülkeye bir getiri ya da istihdam olanağı sunmamaktadır. Özgün bir teknolojik üretim yapısının kuulabilmesi için AR-GE politikalarının oluşturulması şarttır. AR-GE sonucu ortaya çıkan ürünler hem ulusal ekonominin gelişmesini sağlamakta hem de teknoloji ihracı yoluyla ülkeye rekabet şansı tanımaktadır.

    Ulusal AR-GE politikasının temel bileşenleri günümüz koşulları dikkate alındığında şunlar olmalıdır:
    - Teknolojinin satın alınabilir değil, üretimesi gereken birşey olduğu bilinci tüm ulusa kazandırılmalıdır.
    - Türkiye’nin deprem tehlikesinden uzak Orta Anadolu bölgesinde kurulacak Teknokent içerisinde bakanlığın, bilişim ve teknoloji firmalarının bir araya gelmesi sağlanmalı, ülkenin bu her açıdan en güvenli bölgesinde devlet, üniversite ve sanayi işbirliği ile teknolojik üretim gerçekleştirilmesi, savunma sanayinin desteklenmesi, açık ve gizli proje çalışmalarıyla ülkenin yeni çağda liderliğe oynayacak bir konuma getirilmesi hedeflenmelidir.
    - AR-GE’nin uygulanacağı sektör seçilirken küresel konjonktür, ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik yapı ve tekno-ekonomik paradigmalar göz önüne alınmalıdır.
    - Teknoloji stratejik bir değer olarak algılanmalı, yatırım planlaması yaparken bu biliçle hareket edilmelidir.
    - AR-GE için gerekli iş ve beyin gücünün sağlanması konusunda devlet-üniversite-özel sektör işbirliği uygulanmalıdır.
    - AR-GE politikaları Bilim ve Teknoloji Bakanlığı bünyesinde hızlı işleyen bir bürokratik yapının kontrolünde olmalıdır.
    - AR-GE politikaları uygulanırken dışarıdan yöntem ithal edilmemeli aynen ideolojisinde olduğu gibi ulusun kendi koşullarına uygun yeni bir yaklaşım tarzı benimsenmelidir. Ancak bunu yaparken yabancı ülke örnekleri son derece iyi incelenmeli dorular ve yanlışlar gözden geçirilmelidir.
    - Firmalar kendi AR-GE ekipmanlarını oluşturmaları konusunda yönlendirilmeli ve desteklenmelidir. Her şeyi devletten bekleyen zihniyet aşılmalı, özel sektörün de kendi fikirleri doğrultusunda AR-GE yapması desteklenmeli ve bunun için gerekli önkoşullar sağlanmalıdır.
    - Küçük yatırımcının büyük sermayeyle koordineli üretime geçmesi sağlanmalı ve KOSGEB gibi kuruluşlar etkinleştirilmelidir.
    - Patent sistemi geliştirilmeli ve desteklenmeli. Benzer projelerin entegre hale getirilerek verimliliğinin arttırılması sağlanmalıdır.
    - Dış kaynaklı teknolojik yatırımın da ülkeye girmesi desteklenmeli ancak ulusal sermayeye daha uygun rekabet imkanlarının sağlanarak birincil üretici konumunda yerli sermaye tutulmalıdır. Yabancı teknolojinin ülkeye girmesini izin verilmesiyle kalitenin arttırılması hedeflenmelidir. Böylece tekelleşmenin ve kalitesiz ürün sorununun önüne geçilerek piyasa ekonomisinin ulusal bilişim ve teknoloji sektörü üzerindeki yıkıcı etkisi ortadan kaldırılmalıdır.
    - Bilişim alt alanları içerisinde donanımsal, fiziksel üretime nazaran çok daha fazla katma değere sahip olan yazılım sektörüne özel bir önem verilmelidir. Yetenekli genç beyinler bu alana kanalize edilerek devlet desteği bu yönde arttırılmalıdır.
    - Bilişim ve teknoloji eğitimi özel olarak ele alınmalıdır.

    Devlet, Üniversite ve Sanayi İşbirliği
    Orta Anadolu’da kurulacak olan Teknokent içerisinde devlet ve özel sektör biraraya gelmeli ve koordineli sekilde çalışarak üretim faaliyetlerinde bulunmalıdırlar. Birimlerde ortaya çıkan yetişmiş eleman ve uzman ihtiyacı üniversiteler tarafından karşılanmalı, devlet ve özel sektör üniversiteleri verilmesi gereken eğitimler ve iş süreçleri konusunda yönlendirmelidir.

    Devlet, eksikliğin farkedildiği alanlarda doğrudan yatırımda bulunmak yerine özel sektörü bu alana teşvik etmelidir. Üretim kapasitesine göre kademeli vergilendirme ve kredilendirme politikaları ile yatırımcının nefes alması sağlanmalıdır. Ancak yatırım sürekli olarak devlet denetiminde olmalı, gerektiği zaman müdahale edilebilmelidir. Böylece devlet kaynaklarını çok fazla sarfetmeden ulusun ihtiyaçları doğrultusunda üretimi planlamış ve gerçekleştirmiş olacaktır.

    Devlet ile ulusal sanayi yüksek maliyetli projelerde beraber çalışmalıdır. Devletin ulusal güvenlik sınırları haricinde kalan projeleri kamunun kontrolüne ve denetimine açık şeffaf bir şekilde sürdürülmeli ve öncelikle yerli sanayiye ihale edilmelidir.


    Küçük ve orta ölçekli üreticiler devlet tarafından koordineli çalışır hale getirilmeli ve paylaşımlı olarak sürdürülebilecek projeler maliyet analizlerinin ardından KOBİ’lere bırakılmalıdır. Böylece küçük sanayinin de teknolojik üretime katkısı bir nebze arttırılmış olacaktır.

    BİLİŞİM TABANLI KATILIMCI EĞİTİM SİSTEMİ

    Temel eğitim

    Temel eğitim 7 yaşından itibaren 11 yıl zorunlu olmalıdır. 11 yıllık zorunlu eğitim süresince öğrencilere temel bilimler, sosyal bilimler ve Türkçe eğitimlerinin yanısıra öğrencinin isteği ve yeteneği doğrultusunda mesleki eğitimler verilmelidir. Çağ dışı eğitim kurumları, imam hatip liseleri kapatılmalıdır. Din eğitimi örgün eğitim kurumlarından tamamen kaldırılmalı laik devletin niteliği gereği isteyen öğrencilere seçmeli olarak sunulmalıdır. Ülkenin ihtiyacını duyfuğu din adamı ihtiyacı yüksek öğrenim süresince karşılanacaktır. Din eğitimi yerine öğrencilerin zihinsel olarak gelişimini sağlayacak ve 21. Yüzyıldaki teknolojik gelişmeleri algılamaları açısından bir vizyon sağlayacak olan felsefe dersleri zorunlu hale getirilmeli, bilim ve teknoloji felsefesi eğitimleri de orta öğretim bileşenleri arasına dahil edilmelidir. Öğrencilerin teknolojiyi tanımaları açısından bilgisayar dersleri zorunlu hale getirilmeli, laboratuvar ve uygulama çalışmaları angarya niteliğinden çıkarılmalıdır.

    Ulusun genç beyinlerinin Türk kültürünü daha iyi özümseyebilmeleri, kimliklerine daha iyi sahip çıkabilmeleri ve Türkçe’yi etkin kullanabilmeleri için yabancı dil eğitimi hem devlet okullarında hem de özel ve vakıf okullarında 12 yaşından önce kesinlikle verilmemelidir. Ancak dünyadaki gelişmeleri daha iyi takip edebilmeleri ve ayak uydurabilmeleri açısından zorunlu eğitim süresince her genç birey en az bir yabancı dili anlar duruma getirilebilmelidir. Üniversitelerde ise teknik eğitimin yabancı dille verilmesi yanlışına bir son verilmeli ve gençleri kendi kültürlerinden uzaklaştırarak hem teknik açıdan yetersiz hem de kimliksiz birer birey olarak yetiştiren bu yabancı dilde eğitim anlayışı terkedilmelidir.

    Eğitimin parasız niteliği devam etmeli ve devlet destekli vakıf üniversitesi modelinden vazgeçilmelidir. Özel okul ve üniversite kurulmasına izin verilmeli ancak devlet kaynağını devlet okullarında kullanmalıdır. Özel okulların kendi kendine finanse etmelerine izin verilmeli ancak kontrol kesinlikle azaltılmamalıdır. Özel okulların istihdam fazlası eleman yetiştirdiklerini görmezden gelerek sürekli işletme iktisat gibi popüler alanlara yönelmesi engellenmeli, yeterliliğe sahip görülmeyen özel üniversiteler bir araya getirilerek fakülteler halinde organize olmuş büyük bir üniversite niteliğine kavuşması sağlanmalı, hangi birimde hangi eğitimin verilmesi gerektiği ülke ihtiyaçları ve akademik yeterlilik kriterleri dahilinde devlet tarafından belirlenmelidir. Devlet öğrenim süresi boyunca öğrencilere yaptığı harcamanın boşa gitmemesi ve beyin göçünün önlenmesi için yurt dışında okuma ve orada çalışma talebinde bulunan bireylerden belli bir süre sonunda o ana kadar yaptığı eğitim harcaması tutarını bireyden ya da göç ettiği yerden tahsil etmelidir. Böylece devlet verdiği eğitimin karşılığını bireyin üretim sürecine katılması şeklinde alamazsa maddi olarak alacaktır. Dahası beyin göçü yoluyla az gelişmiş ülkelerin iyi yetişmiş elemanlarını kullanan batının karşısına caydırıcı bir seçenek sunulmuş olacaktır.

    Devlet 5, 10 ve 20 yıllık kalkınma planları çerçevesinde ihtiyaç duyduğu alanlarda eleman yetiştirmesi için üniversiteleri yönlendirmelidir. Özel sektör de üniversitede kazanılan bilgi birikiminin iş süreçlerine aktarılması konusunda şu anda yaşanan çelişkiye bir son vermek için üniversiteleri desteklemelidir. İş süreçlerinde ihtiyaç duyulacak şekilde ders programları yenilenmelidir.

    Mesleki okullarda okuyan öğrencilerin staj programları daha etkin hale getirilmeli, üniversiteye girişte ilgili meslek okulu çıkışlı öğrencilere belli ölçüde imtiyaz tanınmalıdır. Öğrenciler üniversite tercihlerini popülerlik ve puan oranları doğrultusunda değil, ülke ihtiyaçları ve kendi yetenekleri doğrultusunda bilinçli tercih yapmaya yönlendirilmelidir.

    Üniversite sınavlarında bilgi ölçme amacını güden ve zorunlu öğretimin 11 yıllık tüm aşamalarını içeren bir sınav sistemi politikası benimsenmelidir. Okulu zoraki gidilen bir yer ancak dershaneyi öğrenme merkezi olarak gören bu eğitim sistemi terk edilmelidir. Ülkenin geleceğini nitelikli öğretmenlerin belirleyeceği bilincinden hareketle öğretmenlik hak ettiği yere çıkarılmalı, gerekli maddi düzenlemeler yapılmalı ve aydın nitelikli zeki insanların tekrar öğretmenliğe yöneldiği bir devir hedeflenmelidir.

    Günümüzde en önemli yatırımın insana yapılan yatırım olduğu gerçeğinden hareketle eğitime ayrılan bütçe payı olağanüstü arttırılmalıdır. Diyanet işleri gibi laik düzene taban tabana zıt kurumlar kaldırılmalı, buralara ayrılan kaynaklar tamamen eğitime aktarılmalıdır.

    Eğitimde katılımcı bir yapı oluşturulmalı, yönetimsel yapıda eğitmenlerden öğrencilere geniş bir kesim söz sahibi olmalıdır. Özellikle üniversitelerde temsilciler aracılığıyla gençlerin yönetime katılmaları sağlanmalıdır. Ezberci eğitim sisteminden araştırıcı ve takım çalışmasına uygun bireyler yetiştiren sorgulayıcı ve eleştirel akılcı eğitim sistemine geçilmelidir.

    Bilişim ve Teknoloji Eğitimi

    Dünyanın gelişimi bazı sektörlerin gelecekte son derece önemli ve stratejik öneme sahip olacakları göstermektedir. Onun için özellikle bu alanlarda eğitim ağırlığı arttırılmalıdır. Bu sektörler bilişim ve biyoteknoloji olarak sınıflandırılabilir.

    Bilişim sektöründe öne çıkan bilgisayar ve telekominikasyon alanlarında ihtiyaçtır. Gelecekte daha fazla söz sahibi olabilmek için temel bilimler ve mühendislik eğitiminden çok daha spesifik alanlara yönelmek gerekmektedir. Öne çıkan alanlar, bilgisayar mühendisliği, network mühendisliği, yazılım mühendisliği, matematik mühendisliği, sistem mühendisliği, bilgisayar bilimleri, elektronik mühendisliği, telekominikasyon mühendisliği, enformatik, haberleşme mühendisliği, uzay mühendisliği, bilişim sistemleri yönetimi (MIS) ve temel bilimler olup burada yetişecek uzmanlara destek vermek amacıyla ara eleman yetiştirecek kurumlar da oluşturulmalıdır. Özellikle ihtiyaç duyulacak alanlar, bilgisayar programcılığı, network teknisyenliği ve sistem destek gibi bölümlerdir.

    Geleceğe yön vermesi kuvvetle muhtemel diğer alan ise biyoteknoloji alanıdır. Burada özellikle ihtiyaç duyulacak bölümler ise, genetik mühendisliği, mikrobiyoloji, moleküler biyoloji gibi bölümlerdir. Onun için özellikle geleneksel tıp eğitiminden biraz daha bu alanlara yönelmek zorunlu olacaktır.

    Madde madde sıraladığımız bu aşamaların gerçekleştirilmesinin ardından Türkiye, 21. Yüzyılda global rekabette kendisini öne çıkaracak ve dünyadaki konumunu güçlendirecek olan “Teknik Devlet” yapısına geçiş için gerekli altyapıyı oluşturmuş olacaktır. Teknik Devlet yapısında da üç önemli kavram bulunmaktadır. Bunlar;
    · Ulusal Bilgi Ağı
    · Sayısal Kimlik
    · Sayısal Para ve Kontrollü Sayısal Piyasa Ekonomisi
    olarak gösterilebilir.
    Ulusal Bilgi Ağı, Türkiye’nin merkez yönetimi ile yerel yönetimler ve tüm alt birimleri arasında bilgi akışını sağlayacak bir koordinasyon yapısıdır. Bu yapı sayesinde birimler arasında dolayı sürekli zaman, para ve işgücü kaybına yol açan bürokrasi sorununun önüne geçilebilecektir. Her türlü kurumsal ve vatandaşlık işlemleri bu yapı sayesinde verimli bir biçimde gerçekleştirilebilecektir.

    Sayısal Kimlik, her vatandaşın sahip olduğu bir numara üzerinden tüm işlemlerini gerçekleştirebilmesine olanak sağlayacaktır. Ülkemizde dağıtılmaya başlanan kimlik numaraları bu yapıya giden yolda güzel bir adım olarak görünse de ardından her vatandaşın finansal işlemler için ihtiyaç duyduğu vergi numaralarının var olan kimlik numaralarından farklı olarak atanması yöneticilerimizin geleceğe yönelik öngörü yoksunluğunu göstermektedir. Sayısal kimlik ulusal bilgi ağı ile birleştiğinde, bireylere ait kimlik, sosyal ve ekonomik durumlarının bulunduğu bir veri bankası sayesinde devlete kontrol ve yönetim olanağı sunmaktadır. Örneğin bunun sayesinde nüfus sayımı komedisi ortadan kalkacak (çünkü her birey bir karta sahip olacak), oylamalar online olarak yapılabilecek, vize işlemleri sırasında görevliler o şahsın vergi borcunu dahi görebileceklerdir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Sayısal kimlik ilk aşamada bir elektronik kart şeklinde olacak, yapının geliştirilmesi ve teknolojik güncellemelerle bu işlem parmak izi ile ya da yüz tanıma sistemi ile bile gerçekleştirilebilecektir.

    Sayısal Para ve Kontrollü Sayısal Piyasa Ekonomisi, sistemin son aşamasını oluşturmaktadır. Bunun için kademeli bir geçiş öngörülmektedir. İlk dönemde devlet nakit para akışı için bir kota koyacak ve belli bir limitin üzerindeki para akışının sayısal olarak bankalar üzerinden gerçekleştirilmesi sağlanacaktır. Bankalar devlet kontrolünde olacaktır. Devlet bu para akışından işlemin türü ya da duruma göre anında vergilendirmeye gidecektir. Para akışının usulsüz ya da şüpheli göründüğü durumlarda devlet ‘nereden buldun?’ sorusunu sorabilecektir. Böylece yüklü miktardaki kara para akışı ve rüşvet engellenmiş olacaktır. Zamanla nakit para limiti düşürülecek ve tüm bireylerin sayısal ortamda alışveriş yapması sağlanacaktır. Bu işlemler için vatandaşlar elektronik kimlik kartlarını kullanacaklardır. Günümüzde nakit para ve kredi kartları ile gerçekleştirilen tüm işlemler için bu kartlar üzerinden yapılacak ve ulusal bilgi ağı kapsamındaki para ağı ile bireylerin harcamaları da kontrol altında olacaktır. En sonunda nakit paranın tamamen kaldırılması ile yapı tamamen sayısallaşmış olacak ve kontrollü sayısal piyasa ekonomisi oluşacaktır. Bizim 93 yılından beri üzerinde duruduğumuz ve dile getirdiğimiz bu yapının kurulması ütopik değildir. Bunun bir örneği halen İstanbul Teknik Üniversitesinde kullanılmaktadır. Öğrenciler, kimlik bilgilerini içeren elektronik kimlik kartları ile banka hesapları üzerinden aynı zamanda sayısal para kullanarak harcama yapma olanağına sahiptirler. Türkiye’nin sayısal kimlik ve para için yapması gereken harcama 1 milyar dolar civarındadır. Buna ulusal bilgi ağı için gerekli yatırımları da ekleyince –ki halen tüm kurumlar internete bağlıdır ekstra altyapı yatırımı çok fazla gerekmemektedir- toplam yapılması gereken harcama 1,5 milyar dolar civarıdır. Bu rakam ülkemiz koşullarında yüksek olarak görünse de vergilerin toplnmasının sağlanması, kara para akışının ve kayıt dışı ekonominin kontrol altına alınması (yıllık 5 milyar doların üzerinde olduğu bilinmektedir) ve yastık altı sermayelerinin de reel ekonomiye katılmasıyla sistem kendisini bir seneden daha kısa bir süre içerisinde amorti etmektedir. Öyleyse Türkiye’nin mali açıdan böyle bir kaygı içerisine düşmesine gerek yoktur.

    Bahsettiğimiz Teknik Devlet yapısı aslında Kemalist devletçilik anlayışının yeni çağa uygun hale getirilmesinden başka birşey değildir. Kemalizm’in devletçilik anlayışı toplum mühendisliği yöntemini benimseyen, çağın gereklerini toplumsal olanaklar ve teknolojik kriterler dahilinde belirleyen değişime açık dogmatik olmayan bir anlayıştır. Bunu Kemalist Cumhuriyet dönemindeki verimlilik ve planlama esasına dayalı üretim politikalarından çıkarmak mümkündür. Bugün Kemalistler Mustafa Kemal’in, sanayi çağının 150 yıl gerisinde kalmış bir toplumda gösterdiği atılımı yinelemek zorundadır. Atılımın yolu Kemalizm’in bilimi tek yol gösterici kabul eden eleştirel akılcı ilkesel tutumunun geri kazanılmasından geçmektedir. Bunu da bilgi teknolojilerini özümsemiş ve çağın gereklerini algılayabilen genç Kemalist toplum mühendisleri başaracak ve ülkenin ihtiyaç duyduğu kuantum sıçramasını gerçekleştirecektir.

    21. yy’da varolmanın temel koşulu, bilgi teknolojileri ulus yararına dönüstürecek bir birikime sahip olmaktır. Hantallasmış, Ulusu taşıyamayan devlet yapısının yerine çağımızın gereği olan Teknik Devlet olgusunu zaman kaybetmeden ulkemizde yerleştirmeliyiz. Ancak böylece devlet karma ekonomik sistem içinde planlama ve denetleme rolünü tam anlamı ile gerçekleştirecektir. Tüm ülke çapında kurulacak bilişim ağı ile analizler ve veriler, üretim ve yönetim politikalarının belirlenmesinde önemli rol oynayacaktır. Ancak boyle bir sistemde bilim ve akıl ulkenin geleceği icin etkin rol oynayabilecektir.

    Yayınlananlar

    Dosyalar

    9. kalkınma Planı.İş Planı.Kosgeb destekleri 1.Kosgeb destekleri 2.Kosgeb arge destekleri.Kosgeb Tekmerleri.Motivasyon.Hayaller.Tübitak teydeb destekleri.Oslo Klavuzu Işığında Yenilik.Frascati Klavuzu Işığında Ar-Ge.Problem Çözme Teknikleri.Proje Yönetimi.Toplam Kalite Yönetimi.Matriks Organizasyonlar.Fikri Mülkiyet Hakları.Marka nedir?.Marka başvurusu.Marka koruma.Bitki Islahçı Hakları.Patent Bilgisi.Verimlilk.6.çerçeve programı.Kobilerin 6.çerveve programına katılımı.6.çeçeve programında uluslararası işbirliği.
    6.çerçeve programı projesi hazırlama .6.çerçeve programı projesi sunma ve değerlendirme.Finansal Analiz.Örnek Finansal Analiz.Finansal Başarısızlık.Sermaye Piyasası Kurumu.İnsan Kaynakları Yönetim Sistemi.AB'ye Özel sektörün intibakı.AB Çevre Müktesebatı.Stratejik Planlama.Bilgi Toplumu Stratejisi.Tarım Stratejileri.Kriz Yönetimi .EU Lobbying.Bilgi ekonomisinin reddettikleri.Teknokentler.Bilgi Ekonomisi.E-Ticaret'e Davet.TİKA Teknik Yardım Projeleri.Fikri Mülkiyet Hakları.Proje Yönetimi.Endüstriyel Tasarım Tescili.Tübitak Proje Destek Süreci.Pazar Araştırması ve Planlaması.Örgüt Yönetimi.Makale Yazma.Bilimsel Araştırma Teknikleri.


    Yurtdışı Pazarları
    Azerbaycan. Moğolistan. Türkmenistan. Kırgızistan. Kazakistan. Özbekistan. Ukrayna. Moldava. Romanya. Gürcistan. Makedonya. Bosna-Hersek.


    Vizyon 2023 Teknolojik Öngörüleri
    Strateji Belgesi. Üretim. Tasarım. Savunma Havacılık Uzay. Nano. Mekatronik. Malzeme. Enerji ve Çevre. Biyoloji ve Genetik. Bilişim.

    Genel Bilgiler

    FELSEFE
    Dinler Tarihi.Atatürkçülük.
    BİLİM
    TOPLUM Dunya ekonomi tarihi.GIDA ÇEVRE SAĞLIK TARIM Bitki Islahı.MALZEME TEKNOLOJİ Nano Teknoloji.Bilgisayar Ağ Temelleri.ENERJİ TAŞIMACILIK UZAY Yıldızların İç Yapısı ve Evrimi.
    SANAT
    ROL MÜZİK EDEBİYAT YEMEK Denizlerimizdeki Balıklar.
    SPOR
    YAZ KIŞ MÜCADELE