ORGANİK ÜRÜNLE TOKSİK ETKİYİ EN AZA İNDİRİN



Bir besine organik denilebilmesi için o yiyecek veya içeceğin bağımsız bir kurum tarafından sertifikalı olması gerekir. Organik besin satın almak yiyeceklerdeki tarım ilacı kalıntılarını en aza indirgemenin bir yoludur.

Şu anda beslenmemizdeki tarım ilaçları ile insanlardaki sağlık sorunlarını bağdaştıran çok az kanıt vardır ancak hayvanlardaki sağlık sorunlarıyla ilgili pek çok kanıt vardır.Hayat boyu tarım ilacı kalıntısı yemenin bize ne gibi bir toksik etkisi olabileceğini veya çeşitli tarım ilacı kalıntılarının nasıl karışıp bir kokteyl etkisi yaratacağını tam olarak bilmiyoruz. Eğer tarım ilacı tüketiminizi azaltmak istiyorsanız o zaman organik besinleri tercih edin. Standart meyve ve sebze yemenin sağlığımız için önemi çok büyük sakın onları diyetinizden çıkarmayın. Çünkü meyve ve sebze yememenin riskleri tarım ilacı kalıntılarına maruz kalmanın muhtemel risklerinden çok daha fazladır.

Organik besinlerde katkı maddeleri var mıdır?
Alerjik reaksiyonlarla ilişkisi olanlar dahil olmak üzere bir çok potansiyel olarak zararlı olan katkı maddesinin organik besin üretiminde kullanımı yasaktır. Normal besinlerin işlenmesinde yüzlerce katkı maddesinin kullanımına izin verilirken organik yiyecek ve içeceklerde çok sınırlı olarak izin verilir ve üretici bunları ancak ürünlerinin bu madde olmadan üretilemeyeceğini veya muhafaza edilemeyeceğini kanıtlarsa kullanabilir.
Organik çiftçilikte standart çiftçilikte kullanılan antibiyotiklerin kullanımı yasaktır. Eğer bir hayvanı tedavi etmek için antibiyotik kullanılırsa o hayvanın eti için ne zaman kesilebileceği veya ne zaman süt verebileceği ile ilgili katı zaman kısıtlamaları vardır.

Organik besinlerin tadı daha mı güzel?
Elbette kendi doğal hızında, haftalar içerisinde besin açısından zengin toprakta yetişip güneşte olgunlaşan bir domatesle serada çok hızlı yetiştirilen bir domates arasında lezzet farkı olacaktır.

Neden organik besinler pahalıdır?
Organik besinler üretimine harcanan zaman, çaba ve yatırım çok fazla olduğundan dolayı her zaman organik olmayan besinlerden daha pahalı olacaktır ama organik besinlerin fiyatları zamanla düşmektedir. Bütçeye biraz dikkat edilmesi ve abur cubura daha az para harcanması ile organik besinlere yer açılabilir.
Organik besinler daha pahalı olsalar da fiyatları zamanla düşüyor. İnsanlar daha fazla organik besin aldıkça daha ulaşılabilir olacaklar.
* İşlenmiş organik besinler genelde yağ ve şeker açısından zengin olmalarıyla eleştiriliyor. Bütün yiyecek içeceklerde olduğu gibi içeriği ve besin değerlerini gösteren etiketi inceleyin.


Ekim ve dikim şartları
Tohum; genetik olarak yapısı değiştirilmemiş, sentetik pestisitler, radyasyon görmemiş biyolojik özellikte olmalıdır.
Fide; organik tohum veya ana bitkiden elde edilmiş, üretimi sırasında hormonların kullanılmadığı, toprak ve iklim koşullarına uygun olmalıdır.

Sulama şartları
Sanayi ve şehir atık suları ile drenaj sisteminden elde edilen drenaj suları organik tarımda kullanılamaz.
Sulama suyu çevre kirliliğine toprak yapısında bozulmaya yol açmamalıdır.

Hasat şartları
Organik ürünlerin hasadında kullanılan teknik araç ve gereçlerin ekolojik tahribat ve kirlilik oluşturmaması gerekir.
Toplama materyalleri hijyenik olmalıdır.
Toplama alanı son iki yıl içinde yangın geçirmiş olmamalıdır.
Toplama alanındaki doğal yaşam dengesinin ve türlerin korunması sağlanmalıdır.

Organik Besinler Daha Sağlıklı

ImageOrganik yiyecek ve içeceklere ilgi artıyor. Birçok insan organik yiyecek ve içeceklere yöneliyor.

Özellikle genç anneler bu konuda çok dikkatliler. Haklılar! Beslenmenin sağlığa etkisinin ne kadar önemli olduğunu fark edenler, yola sağlıklı beslenmeyi öğrenmekle çıktılar. Daha sonra da yiyip içtiklerinin besin değerini ve muhtemel zararlarını da sorgulamaya başladılar. Organik beslenme işte bu noktada önem kazandı. Çünkü organik besinler size yalnızca diğerlerinden daha çok vitamin, mineral, antioksidan kazandırmıyor. Aynı zamanda sizi hastalıklardan korunmanız için de destekliyor. Bu besinlerde sağlığa zararlı antibiyotikler, böcek öldürücüler, hormonlar ve diğer kimyasalların hiçbiri bulunmuyor.

Özellikle kanser hastalarının artması organik beslenmeye ilgiyi artırıyor. Kanser hastalığı ile ilgilenen uzmanlar sağlıklı besinler yiyip içenlerde kanserin en az üçte bir oranında azaltılabileceğini belirtiyor. Yiyip içtiğiniz besinlerde vitamin, mineral ve antioksidan miktarı yüksekse vücudunuz kansere karşı direnç kazanıyor.

Özellikle, Selenyum, C, E vitamini, Beta karoten ve flavonoid polifenollerden zengin besinler kanser gelişimini önleyebiliyor. Kanser direncini yükseltiyor. Organik besinler diğer ürünlerden daha çok C vitamini, E vitamini, B vitamini ihtiva ediyor. Organik olarak üretilmiş herhangi bir ürün organik olmayan benzerinden neredeyse yüzde 20-30 daha fazla demir, Magnezyum, C vitamini ihtiva ediyor.

Uzmanlar bu soruya "kendi olanaklarıyla gelişip büyüyen doğadaki mikrop, mantar ve kanserojenlerle kendi imkanlarıyla mücadele etmeye gayret eden bitkilerin bu amaçla daha çok antioksidan ürettiklerini daha çok antimikrobik, antimantar madde yaptıklarını" belirtiyorlar. Bu yiyecekleri tüketenlerde bu maddelerin miktarı artıyor. Bu doğal maddeler bitkilerde ne yarar sağlıyorsa, insanlarda da benzer faydalar temin ediyor.

Eğer yiyip içtiklerinizin sağlığınıza sadece fayda sağlamasını yani zarar vermemesini istiyorsanız ve onlardan daha çok sağlık yararı almayı umuyorsanız organik beslenmeye gayret edin.

Ekonomik olanaklarınız ve zamanınız mümkün olduğu oranda daha çok organik besin kullanın. Aldığınız organik ürünlerin üzerinde yasal yazan ve onaylı "organik sertifika" sını ısrarla arayın.

Organik Tarımda Sertifikalama




Organik tarım, toprağı, doğal yaşamı ve insanları bir bütün olarak kabul ederek yapılan tarım metodudur. Bir ürünün “ekolojik” sıfatını taşıyabilmesi için sistemin bir parçası olan kontrol organı tarafından kontrol edilmesi ve sonucunda sertifikalanmış olması gerekmektedir.

Bir ürünün ekolojik olarak tescil edilmesi sürecine “kontrol”, bu süreç sonunda ekolojik olduğunu ispatlayan belgeye de “sertifika” denmektedir. Ülkemizde Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından tanınmış yedi adet sertifika kuruluşu bulunmaktadır. Bu sertifika kuruluşları, belli kriterlere göre sertifikasyon uygulamaktadırlar. Ekolojik tarım kabaca iki başlık altında inceleniyor. 1900’lü yılların başlarında Rudolf Steiner tarafından Almanya’daki çiftçilere tanıtılan biyo-dinamik tarım, ekolojik ya da organik olarak isimlendirilen tarımla birçok yönden benzeşmesine rağmen, ekim, hasat ve ilaçlama dönemleri belirlenirken kozmik ritmlerin dikkate alınması ve sadece belli ekolojik preparatların kullanılması yönünden birbirlerinden ayrılmakta ve farklı kontrol mekanizmalarıyla sertifikalanmaktadırlar. Kontrol Grupları
Kontrolü yapılan işletmeler 3 bölümde incelenmektedir. Bu işletmelerin değişik gruplardaki sertifikasyonu tek tek olabildiği gibi zincir halinde de yapılabilmektedir. Ekolojik tarım uygulayan çiftçiler;
1. grup’ta değerlendirilmektedir. Bu kontrol basamağında seçilen işletmenin, ekolojik üretim yapılacak biriminde en azından son hasattan itibaren hiçbir şekilde kimyasal sentetik ilaç, gübre, büyüme düzenleyicilerinin kullanılmamış olması gerekir. Programa giren üreticilerin tarım yaptıkları bütün parsellerde ekolojik üretim yapması beklenmekte ve kimyasal girdili üretim yapan parsellere de belli bir mesafede olması önerilmektedir. 2. grup, ekolojik ürün işleyecek olan işletmelerden oluşmaktadır. Bu işletmelerin işleyeceği ürünler ekolojik olarak sertifikalanmış hammaddelerden hazırlanmış olmalıdır. 3. grup ise yurtdışına ekolojik ürün ihraç eden işletmelerden oluşturmaktadır. Bu işletmeler, B işletmelerinde olduğu gibi işlenmiş ürünün sertifikasını ve söz konusu ürünle ilgili malı satın aldığı firmadan veya işletmeden raporu ile birlikte almalıdır. Ülkemizde sertifikasyonun yapılabilmesi için
1. Grup işletmelerin en az 12 ay boyunca AB’nin veya Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik’te belirtilen esaslara göre tarım yapmış olması gerekmektedir. Bu süre, tek yıllık bitkilerde en az 24 ay, çok yıllık bitkilerde ise 36 aya kadar uazayabilmektedir. 2. ve 3. Grup işletmeler de aynı yönetmeliğin kendilerini ilgilendiren maddelerini yerine getirmiş olmalıdırlar. Özel Kontrol Grupları
Ekolojik olarak sertifika almış olan bir ürünün, özel kriterler uygulanarak sertifikalanması da söz konusudur. Bu ürünlerin özel sertifikalara sahip olabilmesi için öncelikle AB Yönetmeliği çerçevesinde ekolojik olmaları gerekmektedir. DEMETER: biyodinamik yöntemle yetiştirilmiş ürünlere sertifika vermektedir. Bir ürünün DEMETER sertifikası alabilmesi için yetiştirilmesi sırasında kozmik ritmin dikkate alınması ve toprak altı ve toprak üstü yapıyı iyileştiren belli preparatların kullanılması gerekmektedir. Demeter tarafından sertifikalanmış ürünleri yetiştiren çiftçiler sadece ekolojik üretim yapabilirler. BIOSUISSE: İsviçre’de çeşitli üretici birliklerinin bir araya gelerek oluşturdukları şemsiye bir organizasyondur. Bu organizasyonun oluşturduğu sistemde, ürünlerin, ekolojik tarım ilkelerine göre yetiştirilmiş olmasının ve üreticinin DEMETER’deki gibi sadece ekolojik üretim yapması zorunluluğu yanısıra, ekolojik tarım uygulanan alanın yüzde 7’sinin tarım yapılmadan doğaya özdeş alan olarak bırakılmış olması şartı aranmaktadır. NATURLAND (BIOLAND): Almanya’da ekolojik üretim yapan çiftçi birliklerinin oluşturduğu şemsiye bir organizasyondur. Diğerlerinden farklı olarak, ayrıca balıkçılık konusuna da sertifika vermektedir. Naturland, çiftçilerinin bütün arazilerde ekolojik tarım yapmasını şart koşmaz. NOP (National Organic Program): Amerika Birleşik Devletleri’ne ekolojik ürün ihracatı yapacak olan işletmelerden istenen sertifikadır. Amerika Birleşik Devletleri kendi ülkesi sınırları içinde ekolojik etiketiyle satılacak ürünlerin sertifikalanması için sadece kendi ulusal yönetmeliği olan NOP’u tanımaktadır. Avrupa Birliği’nin standartları bu aşamada yeterli olamamaktadır. Diğer sistemlerde geçiş dönemi ürünün de ayrıca sertifikalanırken NOP’de geçiş ürünü uygulaması yoktur. JAS (Japaneese Organic Standards): Japonya’ya ekolojik ürün ihracatı yapacak firmalar için geçerli standarları içermektedir. Avrupa Birliği sertifikası almış olan ürünlerin bu yönetmelik dikkate alınarak kontrol edilmesi gerekmektedir. Bu yazının içeriğinin hazırlanması sırasında IMO Türkiye’nin yönlendirdiği web sayfalarından ve Nurhayat Bayturan, Göksal Beyaz ve Meltem Işıldak ile yapılan görüşmeden faydalanılmıştır.


Organik Ürünler Neden Önemli

ImageOrganik gıdalar, kimyasal ilaç ve hormon gibi sağlığımız için zararlı olan maddeleri içermeyen doğal şartlarda yetiştirilip, doğal koruyucular ile hazırlanmış gıdalar olarak tanımlanıyor. Besinlere ve içeceklere çeşitli yollarla bulaşan mikroorganizmalar, inorganik elementler, pestisit,insektisit gibi kimyasal ögeler, işlenmiş besinlerdeki zararlı katkı ögeleri, uygunsuz paketleme malzemeleri, radyoaktif kalıntılar, hormonlar,fabrikalardan atılan toksik kimyasallar sağlığı tehdit eden, başta kanser olmak üzere pek çok hastalığa yol açabilen etkenlerdir. Organik, ekolojik ya da biyolojik olarak isimlendirilen besinler bu riskleri elimine eden sağlık ürünleri olarak tanımlanmaktadır. Organik ürünler, tarladan başlayıp tüketime kadar her aşaması kontrol altında tutulan,sertifikalandırılmış, hiçbir aşamasında sentetik bazlı kimyasal girdi kullanılmadığı belgelenmiş ürünlerdir.

Son yıllarda gerek tarımsal ilaçların, gerekse gübrelerin bilinçsizce kullanımı bitkisel üretimde artışın yanında kalitesiz ve insan sağlığını tehdit edecek ürünlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Toprağın derinlerine sızan fosfor ve nitrat tatlı su kaynaklarına ulaşmakta bu da insan, evcil hayvan ve yaban hayatı açısından ciddi problemlere yol açmaktadır. Ayrıca kimyasal tarım ilaçları toprakta birikmekte, bitki sağlığını olumsuz yönde etkileyerek ekolojik dengeyi bozmaktadır.

Bu olumsuz koşullar karşısında gelir düzeyi yüksek olan ülkeler başta olmak üzere birçok ülkede bilinçlenerek örgütlenen üretici ve tüketiciler, doğayı tahrip etmeyen yöntemlerle insanlarda zehirli etki yapmayan tarımsal ürünleri üretmeyi ve tüketmeyi tercih etmişler. Bu amaçla yeni bir üretim tarzı olarak ekolojik veya organik tarım ortaya çıkmıştır.

Organik Tarımın Amacı

Ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmaya yönelik, insana ve çevreye dost üretim sistemlerini içermekte olup, esas olarak sentetik kimyasal tarım ilaçları, hormonlar ve mineral gübrelerin kullanımını yasaklaması yanında, organik ve yeşil gübreleme, münavebe, toprağın muhafazası, bitkinin direncini artırma, doğal düşmanlardan faydalanmayı tavsiye eden, bütün bu olanakların kapalı bir sistemde oluşturulmasını öneren, üretimde sadece miktar artışının değil aynı zamanda ürün kalitesinin de yükselmesini amaçlayan alternatif bir üretim şeklidir.

Son yıllarda gerek tarımsal ilaçların, gerekse gübrelerin bilinçsizce kullanımı bitkisel üretimde artışın yanında kalitesiz ve insan sağlığını tehdit edecek ürünlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Toprağın derinlerine sızan fosfor ve nitrat tatlı su kaynaklarına ulaşmakta bu da insan, evcil hayvan ve yaban hayatı açısından ciddi problemlere yol açmaktadır. Ayrıca kimyasal tarım ilaçları toprakta birikmekte, bitki sağlığını olumsuz yönde etkileyerek ekolojik dengeyi bozmaktadır.

Bu olumsuz koşullar karşısında gelir düzeyi yüksek olan ülkeler başta olmak üzere birçok ülkede bilinçlenerek örgütlenen üretici ve tüketiciler, doğayı tahrip etmeyen yöntemlerle insanlarda zehirli etki yapmayan tarımsal ürünleri üretmeyi ve tüketmeyi tercih etmişler. Bu amaçla yeni bir üretim tarzı olarak Ekolojik veya Organik Tarım ortaya çıkmıştır.

Bu çerçevede ekolojik tarım hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğadaki dengeyi yeniden kurmaya yönelik, toprağın verimliliğinde devamlılık sağlayan biyolojik mücadele ile hastalık ve zararlıları kontrol altına alarak, insana ve çevreye dost üretim sistemlerini içeren, sentetik kimyasal gübre ve ilaçların kullanımını yasaklayan, organik ve yeşil gübreleme, ekim nöbeti ve toprak muhafazasını tavsiye eden, her aşaması kontrol altında olan elde edilen ürünün sertifika ile belgelendiği bir üretim şeklidir.

Tanımdan da anlaşıldığı gibi ekolojik tarım bir ürünün ekim veya dikiminden sonra hiçbir uygulama yapılmadan kendi haline terkedilmesi veya eskimiş bir işletmecilik şekline dönüş değildir. Aksine geleceğin ihtiyaçlarına yönelik görüşlere dayanan, dikkat, bilgi ve özveri gerektiren bir tarım şeklidir.

Organik Tarım; üretimde kimyasal girdi kullanmadan, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı tarımsal üretim biçimidir. Organik tarım, eko sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmaya yönelik, insana ve çevreye dost üretim sistemlerini içermektedir.

Her türlü sentetik, kimyasal ilaçlar ve gübrelerin kullanımının yasaklanması yanında organik ve yeşil gübreleme, münavebe, toprağın" muhafazası, bitkinin direncini artırma, parazit ve predatörlerden yararlanmayı tavsiye eden bütün bu üretim tarzında üretimde miktar artışı değil ürünün kalitesinin yükseltilmesini amaçlanmaktadır. Günümüzde sadece organik tarımla toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeden, çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını korumak mümkün olmaktadır.


Kuraklığa meydan okuyan sebzeler




Çiftçiler, sebze üretiminin genellikle sulu koşullarda yapıldığına dikkati çekerek, tarlalarını sulama olanağından yoksun olmaları nedeniyle sulama suyu kullanmadan domates ve kabak yetiştirdiklerini belirtti. ''Desti domates'' olarak bilinen domateslerin olgunlaşmış olanlarıyla sebze ihtiyaçlarını karşıladıklarını, olgunlaşmamış olanlarını ise turşu yaptıklarını ve turşu yapacak ailelere sattıklarını belirtti.

Sulama suyu kullanmadan yetiştirdikleri kabağın ise ''haylan kabağı'' adıyla bilindiğini ifade eden çiftçiler, bu sebzeyi dolmalık olarak kuruttuklarını ve kışın tükettiklerini ifade etti. Çiftçi Yılmaz Bozkurt, ''deşti domates'' ve ''haylan kabağı'' üretimini para kazanmak için değil kendi ihtiyaçlarını karşılamak için yaptıklarına dikkati çekti.

Bu ürünlerin ''gerçek organik ürünler'' olduğunu kaydeden Yılmaz Bozkurt, ''sulama yapmadığımız için hastalık ve zararlılarla mücadele gereği de duymuyoruz. Domateslerimizin görünüşü seralarda ya da sulu koşullarda yetiştirilen domatesler kadar mükemmel olmasa da onlardan çok daha sağlıklı ve çok daha lezzetli'' dedi.

''YÖRESEL TÜRLER KORUNMALI''

Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Gaziantep Şube Başkanı Ahmet Faruk Demir, Gaziantep'te sulanamayan alanlarda karpuz, kavun, acur, domates ve kabak yetiştirildiğini bildirdi.

Pek çok çiftçinin bu ürünleri arazisini boş bırakmamak için ektiğini ve hasat ettiği ürünlerle ailesinin ihtiyacına karşıladığını, yakınlarına dağıttığını kaydeden Ahmet Faruk Demir, şöyle konuştu:

''Küresel ısınmaya bağlı olarak yaşanan ve gelecek yıllarda da şiddeti artarak devam edecek olan kuraklık nedeniyle susuz da yaşayabilen bu ürünlerin üzerinde önemle durmamız gerekiyor. Tarlamızı sulamak için su bulamadığımızda sebze ihtiyacımızı bu çeşitlerle karşılayabiliriz. Su kullanmadan yetiştirilen bu ürünlerin tohumları piyasada satılmıyor.

Örneğin çifti her yıl ürettiği domatesten bir sonraki yıl sonra ekmek için tohum da alıyor.

Bu türler günümüze böyle ulaştı, ama bu türleri bizden sonrakilere de taşımamız gerekiyor. Bizim önerimiz, sulama suyuna ihtiyaç duyulmadan yetiştirilebilen bu yöresel türler korunmalı. Bu bitkilerin tohumları ıslah edilmeli ve daha çok çiftçi tarafından ekonomik değeri yüksek olmasa da yetiştirilmesi sağlanmalı.''

Organik gıda bulamazsak ne yemeliyiz?

Artık anne sütüne bile karışan tarım ilaçlarından korunabilmenin tek yolu, mümkün olduğu kadar organik gıda tüketmek... Ama organik gıdalar bazen pahalı, bazen çürük ya da kurtlu, bazen de evimizden çok uzak bir yerde olabiliyor.



Organik gıda tüketmek, balkonda kendi yiyeceklerini yetiştirmek, mevsim sebze-meyvelerini almak... Her bütçe ve her koşul için bir çözüm önerisi var.



Ekolojik gıda ürünleri insan sağlığı için çok önemli. Tükettiğimiz yiyecekler, içecekler çok sayıda katkı maddesi barındırıyor. Tarlada verim artsın, daha çok ürün çıksın diye tarım ilaçları kullanılıyor. Ama bu ilaçlar insan sağlığını olumsuz etkiliyor. Şeftali, marul ve çilek tarım ilaçlarını üzerinde en çok barındıran sebze ve meyveler olarak öne çıkıyor.

1250 ÇEŞİT İLACIN KALINTISI ANNE SÜTÜNDE
Özellikle kanser vakalarının artışında, “pestisitler” adı verilen “tarım ilaçları”nın “aşırı”, “zamansız” ve “uygunsuz” kullanımının da büyük payı var. Türkiye’de zirai mücadelede 1250 çeşit ilaç kullanılıyor. Araştırmalara göre, gerek piyasada satılan et ve süt ürünlerinde, gerekse anne sütünde tarım ilacı kalıntısına rastlanıyor. Özellikle Çukurova gibi yoğun tarım ilacı kullanılan bölgelerde, anne sütünde dikkat çekici oranlarda ilaç kalıntısı görülüyor. Tarım bakanlığı verileri de bunu doğruluyor... Bu verilere göre örneğin biberde “kükürtdioksit”, üzümde “parafin” gibi birçok tarım ilacı kalıntısı var.

ABD 293 BİN TON, TÜRKİYE 13 BİN TON İLAÇ KULLANIYOR
Dünyada her yıl 2.5 milyon ton tarımsal mücadele ilacı kullanılıyor. ABD’de yılda 293 bin, İtalya’da 43 bin, Fransa’da 41 bin, İngiltere’de 30 bin, Almanya’da 25 bin, Yunanistan’da 32 bin ton, Türkiye’de 13 bin ton “zirai mücadele ilacı” toprağa ya da bitkiye uygulanıyor. Buna karşın organik olarak yani doğal yollarla üretilen meyve ve sebzelerde tarım ilaçları ya kullanılmıyor ya da son derece kontrollü bir biçimde uygulanıyor. Ayrıca endüstriyel yollarla üretilen gıdalarda kimyasal gübreler ve antibiyotikler de kullanılırken, organik gıdalar bu katkı maddelerini de içermiyor. Yani organik gıdalar tüketerek tarım ilaçlarından ve katkı maddelerinden korunmak mümkün. Ayrıca günümüzde mısır ve soya gibi pek çok ürünün genleriyle oynanıyor. Genleriyle oynanmış bazı tohumlarsa özellikle hayvan yemi olarak kullanılıyor.

Gerek bu ürünlerin gerekse hayvansal gıdaların tüketilmesi yoluyla insana zarar verebilecek olan besinlerden kaçınmak için de organik gıdalar kullanmak önem taşıyor. Kısacası organik gıdalarla beslenerek tarım ilaçlarından, hormonlara, genetiğiyle oynanmış gıdalardan, katkı maddelerine kadar insan vücuduna zararlı olabilecek pek çok maddeden korunabilirsiniz. Birçok yerde yaygınlaşan ekolojik pazarlar doğal gıdalara ulaşabileceğiniz başlıca adresler arasında geliyor. Özelikle İstanbul Şişli, Bursa, Antalya ve Samsun'da faaliyete geçen ekolojik pazarlar organik domatesten tavuğa, patlıcandan şeftaliye yüzde yüz doğal olarak elde edilen ürünleri tüketiciye sunuyor. Ancak ekolojik pazarlara ulaşamıyorum diyen tüketiciler için başka yollar da mevcut. Özellikle büyük kentlerdeki süpermarketlerin hemen hepsinde organik ürün rafları yer alıyor. Buralardan da kuruyemişten süte, pirinçten meyveye her ürünün organik olanına ulaşabilmek mümkün.

Ayrıca tamamen organik ürünler satan dükkanlar da birçok farklı noktada hizmet veriyor. Market ve pazarların yanı sıra internet de organik gıdalara ulaşabilmede farklı alternatifler sunuyor. Birbirinden renkli internet siteleri sipariş verdiğiniz ürünleri kapınıza kadar getiriyor. Küçük kentlerde ise iş biraz daha kolay. Kentlerde kurulan semt pazarlarından özellikle de tarla üretimine yakın olan bölgeler de kurulanlardan doğala en yakın ürünler elde etmek mümkün olabiliyor. Market, pazar ve internet alternatiflerinin yanı sıra artık büyük şehirlerde yaşayanlar kendi evlerinin bahçelerinde ya da balkonlarında da organik ürün yetiştirebiliyorlar. Özellikle de domates, maydanoz ve biber gibi sebzeler balkon tarımı için müsait görünüyor.

NE YAPMALIYIZ?
Peki pazardan, marketten veya internetten organik ürün satın alma ya da yetiştirme imkanınız yoksa neler yapmalısınız?

Öncelikle tüm sebze ve meyveleri mevsiminde tüketmeye başlayabilirsiniz. Mevsiminde piyasaya sürülen her türlü sebze ve meyve diğer zamanlara oranla daha doğal ve hormonsuz.

Ayrıca eve alınan sebze ve meyvelerin yıkanması da çok önemli. Birçok sebze ve meyveyi iyice yıkayarak tarım ilaçlarının zararlı etkilerinden korunabilirsiniz.

Diğer gıda ürünlerini alırken ürün etiketini okumak da birçok tehlike karşısında önlem almak için birebir. En başta ürünün son kullanma tarihini daha sonra da ürünün içeriğindeki maddeleri okumak alışveriş bilincini kazanmak anlamında da önemli bir adım. Özellikle “HACCP” etiketli ürünleri,yani ürün güvenliği test edilmiş ürünleri tercih etmekte de yarar var.

Ancak tüm bunların ötesinde bilinçli tüketim alışkanlıklarını edinmek ve doğal bir yaşam tarzını elde etmeye çalışmak her bireyin atması gereken en önemli adım.


Deniz ürünleri Gıda sorununa çözüm mü ?

Denizler_ Dünya üzerinde tüketilen deniz ürünlerinin yarısı çiftliklerde yetişiyor. Deniz tarımı kirlilik, yaşam alanı bozma ve sağlık sorunları gibi riskler taşıyor olsa da WorldWatch Institute balık çiflikleri dünyanın artan gıda sorununa çözüm olabileceğini ileri sürüyor. Su ve yem kaynaklarının azalması karşısında midye, istridye, kedibalığı ve levrek yetiştirmenin çiftliklerde tavuk ve sığır üretimine göre daha verimli olduğu belirtliyor. Ancak bazı balık türlerinin o kadar da verimli olmadığı söyleniyor. Somon ve karidesler kendi ağırlıklarının birkaç katı yem tüketiyor. Bir kilo ton balığı elde etmek için daha küçük balıklardan elde edilen 20 kg yem kullanmak gerekiyor. 2006 da 80 milyar doları bulunan 70 milyon ton deniz ürünü üretildi. 2030 da çiflik deniz ürünlerinin %70 artacağı düşünlüyor.

TEKNOLOJİNİN İNSAN YAŞANTISINA ETKİLERİ

Teknolojinin oluşturulması ve kullanılması insan yaşamına olumlu ve olumsuz birçok etkiler yapmıştır.

İnsanın kendini tanıma yolunda dur durak bilmeyen çabaları ile birçok keşif ve icatlar gerçekleşmiştir. Elde edilen bu yeni değerler ilk aşamada lâboratuar ortamında kullanılırken daha sonra günlük hayatın da parçası olmuştur. Bu teknolojik gelişim tarih boyunca yaşanılan ölçekleri sürekli büyütmüştür. Bunlar insanlığın gelişimi için yararlı olmakla beraber bir kısmı da zarar anlamında kullanım bulmuşlardır.

Teknolojik gelişmelerle yaşam koşulları gittikçe iyileşirken diğer taraftan da dengeler değişmeye başlamıştır. Örneğin, insanlar küçük topluluklar halinde yaşarlarken, kullandıkları basit silâhlarla ancak yerel boyutta kalan savaşlar yapabiliyorlardı. Bu savaşlarda da kayıplar az oluyordu.


Teknoloji ile birlikte bölgesel ve hatta tüm dünyayı saran boyuta geldiler. Nükleer başlıkla yüklenmiş füzeler, bunlara enerji sağlayan atom santralleri, füzelere kumanda olanağı tanıyan radyo frekansı, laser kontrol devreleri, bilgisayar kontrollü savaş sistemleri ve buna benzerleri ile artık savaşlarda yüzlerle ölçülen kayıplar milyonlarla ölçülmeye başlanmıştır.

M.Ö. 5000 yılında saatte 2 - 3 kilometre hızla gidebilen kızaklarla taşımacılık yapılmaktaydı. 20. yüzyılda jet motorunun yapılması ile saatte 1000 km’ lik hızın üzerine çıkılmıştır.

Teknolojinin gelişmesi ile doğadan ve dünya nimetlerinden daha çok yararlanılmış, ancak denetlenemeyen denge değişiklikleri sonucu aynı oranda da kirlilik ön plâna çıkmaya başlamıştır. Yani doğal gelişim hızının aşılması ile doğal denge bozulmuş ve yaratılan atıkların kendi kendini temizleyemediği, mutlaka insan müdahalesinin gerektiği bir yapı oluşmuştur.

Ekolojik denge kontrol dışı bir şekilde bozulmaya başlamıştır. Belirtildiği gibi Rönesans’la birlikte insanların aya kadar gidebilmesini sağlayan bir süreç başlamıştır. Bu sürecin, teknolojinin kötü ve kötüye kullanımları sonucu içinde yaşadığımız dönemde Hiroşima ve Çernobil'e de vardığı düşünülmektedir.

Teknolojik gelişme, çıkrık makinesi ile beraber işsizliğe, ilâçlarla beraber yeni hastalıklara, tarımın modernleşmesi ile beraber toprağın fakirleşmesine, çamaşır - bulaşık makinesi, buzdolabı gibi yaşamı kolaylaştıran cihazlarla beraber çevre kirliliği ve endüstriyel atıkların oluşmasına yol açmıştır.Teknolojik ilerleme sonucu doğal bir dünya ve yaşamdan, yapay bir yaşama ve sanal bir dünyaya geçiş olmaya başlanmıştır.Endüstri devrimi ile bilimin tüm alanlarındaki gelişmeler de ivmelenmiştir.

Canlı varlıkların denizlerden karalara, sürünmekten ayağa kalkışa geçirdiği evrim, yazının bulunuşundan endüstri devrimine kadar geçen süredeki gelişmeler ile son yüzyıldaki, hatta 1950 yılında elektronik ve bilgisayar teknolojisinde transistörün bulunmasından bu yana geçen süre içinde insanlığın elde ettiği gelişmeler karşılaştırıldığında eksponensiyal bir hızdaki gelişme görülmektedir.

Günümüz insanı teknolojinin bu baş döndürücü gelişmesi içinde iletişim olanaklarım sonuna kadar kullanabilmekte ve üzerinde yaşadığımız gezegenin tüm yerleşim noktalarına evinde kurulu bir bilgisayar aracılığı ile gidebilmekte, yerkürenin öbür ucundaki bir olayı canlı olarak izleyebilmektedir. Bu hızlı gelişme ve Evrenin gizemlerinin keşfedilmesi yönündeki bu olağanüstü yarış, insanları belirli kalıplar içinde kalmaya ve bu hızlı akışa ayak uydurmaları için de hızlı yaşamaya zorlamaktadır.

Endüstri toplumunun insanı önceki yüzyılların insanı ile karşılaştırıldığında, yaşam biçimi, sanat ve kültür anlayışı, dış görünüşü ve alışkanlıkları ile farklılıklar gösterir. Duyguya hitap eden bir klâsik müzik ya da halk müziği, yerini yaşamın hızlı akışını ifade eden pop müziğe, underground, rock vb. müzik akımlarına bırakmıştır. Giyimde renk ve estetik kavramları, yerini marka kavramına bırakmaktadır.

Fotoğraf tekniğinin bulunmasıyla gözleme dayalı bir sanat anlayışı yerini düşünmeye, gözlem ötesindeki hayal gücünü ön plâna çıkartan bir sanat anlayışına terk etmiştir. Empresyonizm yerini ekspresyonizme, o da soyut sanat anlayışına ve daha sonra da performansa bırakmaya başlamıştır. Güneşin batması ile uykuya yatan insan elektrikli aydınlatma düzeninin kuruluşu ile artık 24 saat yaşamakta, üretmekte ve var olan tüm sınırları hızla aşmaktadır.

Üretimin hızlı temposu ile teknolojinin insan üstü yeteneklerini kullanan insan, günlük yaşamın kısır döngüsü içinde duygularından uzaklaşmış, daha çok başarı, daha hızlı yaşam, daha çok üretim gibi bir yarışa girmiştir. İnsanın hızlı yaşamı teknolojideki gelişme hızını arttırmakta, teknolojik gelişmeler de yaşamı daha da hızlandırmaktadır. İnsan ve makine yarış halindedir. İnsan makineleşmekte, duygusallığından uzaklaşmaktadır. Duygusal, dünyanın değerlerini, yani insanî değerleri doyasıya yaşayamayan insan, yerini robotlaşmış bir nesneye bırakmaktadır.

Endüstriyel üretim monoton bir düzende olup, disiplinsizlik ve sistemsizliği kabul etmemektedir. İşlerin otomatik olarak yapılması, kişileri monoton bir yaşamın içine itmektedir. Endüstrileşmenin dayattığı robotlaşmış yaşam insanların bireyselleşmesine de neden olmuştur. Bu yaşam insanların duygusal iç yaşamlarını da etkilemiş, onları kullandıkları makinelere benzeterek, günden güne yetkinleşmesine, ancak aynı oranda da sosyal yaşamdan uzaklaşmasına neden olmuştur.

Toplumsal ve bireysel değişimler hızlı iletişim ile geniş kitlelere anında ulaşmaktadır. Toplumun değer verdiği çoğu şey önemini yitirmeye başlamıştır. İdealizm yavaş, yavaş misyonunu tamamlamakta, rasyonalizm hızla ön plâna çıkmaktadır. Günümüz endüstri toplumu insanı, içinde yaşadığı bilimsel ve teknolojik yaşam düzenini tüm başkaldırmalarına karşın benimsemek zorunda kalmıştır.


SONUÇ

21. yüzyıla girerken teknoloji inanılmaz hızla gelişerek ilerliyor. İnsanın kendi “Beni” ni keşfetmesi ve bireysel yaratıcılığının önündeki sınırları yıkması ile artık önü kesilemez gelişmeler başladı. 1950 yılında transistorun bulunması ile endüstri devriminden bu yana oluşan nicel birikimler bir nitelik dönüşümü yarattı. Yaşam çizgisi hızla değişmeye başladı. O döneme kadar kol gücünün yerine geçerek yaşamı kolaylaştıracak âletler yapan insan, bu tarihten sonra beyin emeğinin yerine geçen akıllı âletler üretmeye başladı.

Elektronik teknolojisinin hızlı gelişimi ve lâboratuar ortamından günlük yaşantıya inmesi ile de hayal gücünü zorlayan gelişmeler elde edilmeye başlandı. Teknolojik ürünlerin çok ucuzlaması sonucu, teknolojinin sadece onu kullanma şansını elde eden insanlara verildiği bir yapıdan, onun herkesin kullanımına sunulduğu bir düzene geçildi. İletişim olanakları olağanüstü arttı.

Böylece, elinde, bireysel yeteneklerini aklı ile ön plâna çıkartabileceği âletleri olan milyonlarca yaratıcı insan, her alanda üretmeye başladı. Dünya üzerine kurulan geniş iletişim ağları ile de bilgi paylaşılmaya başlandı. İnsanlığı 21. yüzyılda olağanüstü etkileyecek olan bir büyük sinerji sistemi olan INTERNET hızla yaşamın önemli bir parçası oldu.

20. yüzyılın son elli yıllık döneminde elde edilen gelişmeler aslında 21. yüzyıl ve sonrası için sadece bir işaret veriyor. 1950 yılından bu yana elde edilen gelişmelerin insanlığın bilinen tarihinden bu yana elde edilen gelişmelerin yüzlerce kat ötesinde olduğu düşünülürse geleceğin çok farklı olacağı anlaşılmaktadır.

21. yüzyılda bir siber çağın yaşanacağı görülmektedir. İletişim teknolojisindeki gelişmeler ve teknolojinin bu alanda sunduğu olanakların geniş kitlelere yayılması ile dünyada, ortak bir dilin kullanıldığı, aynı kültürün yaşandığı ve millî sınırların kalktığı global bir düzene doğru hızla ilerlenmektedir. Bugün bile eldeki olanaklarla bir bilgisayar aracılığı ile dünyadaki bilgi kaynaklarına erişerek hızla işlem yapmak mümkündür. Bu olanağı kullanarak yetişen yeni gençlikten sahip oldukları yeni değer yargıları nedeni ile "Global Gençlik" olarak bahsedilmeye başlanmıştır.

Elektronik ve bilgisayar teknolojisindeki olağanüstü gelişmeler diğer bilim dallarına da hızla erişmektedir. Bu teknolojilerin tıp alanında kullanılmaya başlanması ile yüzyıllarca ampirik ve yüzeysel yöntemlere dayanarak çözümler sunan tıp bi­limi insanın temel öğesi olan genetik programına erişmeye ve onu etkilemeye başlamıştır.

21. yüzyıl ve sonrasında yeni teknolojilerin kullanımı ile yaşamın sırları da hızla çözümlenmeye başlanacaktır. İlk çağda 25 yıl olan insan yaşamı, 20. yy' da 80 yıla ulaşmıştır. 21. yy.da 100 yıl civarındaki bir yaşam süresinin normal olarak kabul edilebileceği görülmektedir. Bugün elektro mekanik robotları yaratan insan, bilginin hızla değerlendirildiği makineleri kullanarak yavaş, yavaş canlı varlıkların da yaratıcısı olma yoluna gitmektedir.

Bugünden sinyallerini almakta olduğumuz bu gelişme önümüzdeki yüzyılda varolan değer yargılarının önemli oranda sarsılacağını ve değişeceğini göstermektedir. Bu anlamda kökenini Rönesans’tan alan tüm aydınlanma hareketleri 21. yy'a damgasını vuracaklardır.

1500'lü yıllarda 500 milyon olan dünyadaki insan nüfusu 20. yy'da 5 milyarı aşmıştır. Buna karşılık dünya üzerindeki birçok canlı türü de kaybolmaktadır. 21. yy ve sonrasında üzerinde yaşadığımız dünyada az sayıdaki canlı türünden biri insan olacaktır.

20. yy.'ın son elli yıllık dönemi insanlık tarihi için bir ivmelenme sürecinin başlangıcıdır. Milyonlarca yıllık birikim sonucu insanlık Bilgi Çağına girmiştir. Bu çağda insan içinde yaşadığımız güneş sisteminin tüm gezegenlerine egemen olma yolunda dev adımlar atacaktır

Aklı ile nereden geldiğini ve nereye gitmekte olduğunu keşfetme yolundaki insan, kâmil insan olma yolunda ilerlemektedir. Evrendeki her şeyin Yaratanın bir parçası olduğunu bilmekte, kendi de eriştiği mertebe ile onun bir parçası olmaktadır.

Nadir olarak bulduğum boş zamanlarımda geçmişi düşündüğüm de oluyor. Babamla yaptığım sohbetlerde bana hep ne kadar çok çalışmam gerektiğini anlatırdı. Arada sırada da çocukluk ve gençlik yıllarından bahsederdi. İçinde bulunduğumuz gün ile Cumhuriyetin ilk yıllarında kendi çocukluğunu karşılaştırarak örnekler verirdi. Aklımda kalanları bugün toparlamaya çalışıyorum. Ancak bir elin parmağı kadar farklı konuyu konuştuğumuzu düşünüyorum. Sonra kendimi babamın yerine koyuyorum ve ben de oğlumu bir gün karşıma aldığımda kendi gençliğimde yaşadığım konuları anlatmaya başladığımda son yirmi yıldaki teknolojik gelişmeleri sıraladığımda, konuların çokluğundan bu sohbetin saatler süreceğini görüyorum.

İnsan denen bu akıllı yaratık, yarattığı teknoloji ile Evrenin sırlarını algılama yolunda önemli adımlar atmaktadır. İçinde yaşadığı sonsuz büyük Evrenden, tutarak hissettiği maddenin sonsuz küçük atomlarına kadar her şeyin varlığının bilincindedir. Büyük emeklerle geldiği bu noktada elde ettiği bilgilerin daha bir başlangıç olduğunu bilmekte, bilinmeyenlerin sonsuz kadar çok olduğunu algılamakta, ancak bilinmeyeni keşfetme azmini koruyarak araştırmasına devam etmektedir.

Yapay Zeka ve Robotların İnsan Kaynakları Üzerindeki Etkileri

1997 yılında Electrolux şirketi tüm öteki modellerden ayrı bir özelliği olan yeni elektrik süpürgesinin tanıtımını Londra'da yaptı. Electrolux'un yeni süpürgesi kablosuzdu ve ayrıca bir kullanıcı olmaksızın kendi kendine temizlik yapabiliyordu. Bir temizlik robotu olarak da nitelendirilebilecek olan süpürge önce odanın kenarlarını süpürüyor, sonra zik-zaklar çizerek iç kısımları temizliyor ve hatta yatakların altına bile giriyordu. Şirket yetkilileri, robotun oda alanının %90'ını temizleyebildiğini ileri sürüyor. Yarasanınkine benzer bir radar sistemi ile çalışan robotun algılayıcıları çok duyarlı. Örneğin robot bu algılayıcılar sayesinde odanın ortasına konmuş su dolu bir bardağa çarpmıyor, çevresinden dolanıyor. Electrolux yetkilileri, henüz Ar-Ge çalışmaları bitmediğinden yeni ürünlerini piyasaya sürmediler.

Robot araçlar konusunda dünyanın önde gelen akademisyenleri arasında yapılan bir anket sonucunda, temizlik robotlarının en iyimser tahminle 1998'den önce geliştirilemeyeceği yönündeydi.

Anketin diğer sonuçlarına göre ise, şöförsüz taksiler 2019 yılında, kendi benzerini üretebilen robotlar da 2044 yılında günlük hayatımızda yerlerini alacaklar. İnsan biçiminde robotlar ise en erken 2047 yılında üretilebilecek.
Başka bir deyişle, insanlar robot çalışmalarına başlamalarından yaklaşık 100 yıl sonra kendi benzerleri olan makineler üretebilmiş olacaklar.

1960'lı yıllarda teknolojide büyük gelişmeler yaşandı ve insanlar tehlikeli ve zahmetli işlerden kurturabilmek için ilk robotları üretmeye başladılar. Üretilen robotlar Isaac Asimov'un romanlarındaki insan biçimindeki düşünebilen ve öğrenebilen robotlardan çok öte bir robot kolu ya da el yerine takılmış aletlerden oluşmaktaydı. Ancak teknoloji ile birlikte robotların da yetenekleri doğru orantıda artmaya başladı. Karmaşık bilgisayar denetimlerinin altında robotların, bazı işlerde insanlardan daha başarılı oldukları farkedildi. Örneğin robotlar asla hastalanmıyorlardı. Dinlenme ihtiyacı hissetmiyorlar ve yaptıkları işlerin tekdüzeliği motivasyonlarını ya da performanslarını etkilemiyordu. Bu nedenle üretilen robotların %90'ı fabrikalarda kullanılmaya başlandı. Zamanla kullanım alanları laboratuvarlar, enerji santralleri ve hastaneler gibi hassas ölçümlerin önem taşıdığı yerlere kaydı. Günümüzde artık robot araçlar olmaksızın uzay araştırmaları yapmak olanaksız. Zaten robot araçlara yönelik en önemli Ar-Ge projelerini de NASA yürütmekte.

Robot kullanımının en yaygın olduğu ülke, en alt kademeden en üst kademeye, her çalışana değer veren Toplam Kalite anlayışının geliştiği ülke olan Japonya. Japonya'da şu an farklı sektörlerde 400.000'in üzerinde sanayi robotu kullanılmakta.

Aslında robotlar hayatlarımıza yeni yeni girmeye başlasalar da robot sözcüğü eski bir kavram. Robot, Samuel Butler, H.G. Wells, E.M. Forster ve Yevgeni Zamyatin gibi yazarlar sayesinde yüzyılımızın başlarında ortaya çıkmış bir sözcük. Robot sözcüğünü ilk kullanan Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterilmiş Çek oyun yazarı Karel Capek'ti (Çekce'de robot sözcüğü "angarya iş" anlamına gelir). Capek'in, 1920'de yazdığı R.U.R (Rossum's Universal Robots - Rossum'un Evrensel Robotları) adlı oyunun konusu robotlardır ve oyunda, teknolojiye dayalı bir uygarlık yaratan insanların, giderek insanlıktan uzaklaşması anlatılmaktadır.

Capek'ten sonra daha birçok yazar robotlar hakkında romanlar yazmıştır. Ancak robot sözcüğü denince ilk akla gelen isimlerden bir tanesi Rus asıllı Amerikalı bilim adamı ve yazar Isaac Asimov'dur. Asimov, robotlara yönelik ilk kısa öyküsü olan "Rubbie"yi 1940'da yazmıştır. Bu öyküde, insan biçiminde ve boyutlarında bir robot ile küçük bir kız çocuğu arasındaki yakın arkadaşlık işlenmektedir. Kitap ile birlikte bu tip insana benzeyen robotlara android ya da humanoid robot denmeye başlanmıştır. Edebiyattan sonra sinema da robotları keşfeder. Robotların ilk kez beyaz perdede göründüğü film olan "Metropolis"i ünlü Alman yönetmen Fritz Lang 1926 yılında çeker. Bu filmden sonra robotlar bilim kurgu filmlerinin en gözde motiflerinden birisi olur. Bugüne değin robotları konu eden Oz Büyücüsü, Uzay Yolu, Yıldız Savaşları, Blade Runner, Terminatör, Robocop, Yapay Zeka ve benzeri yüzlerce film çekilmiştir.

Teknoloji & Tasarım Nedir ?

Günümüzde teknoloji; temel ve uygulamalı bilimlerin verilerinin yaratıcı süreçler içerisinde üretime dönüştürülmesini, kullanımını ve toplumsal etkilerinin çözümlenmesini kapsayan bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Bu yaklaşım, teknolojinin toplumsal her türlü etkinliğin içinde bir süreç olarak yer aldığı gerçeğini vurgular. Teknoloji, insan hayatının kalitesini artırmak amacıyla yaratıcılık ve zekânın; bilim, sanat, mühendislik, ekonomi ve sosyal çalışmayla oluşturulan bir bireşimidir. Herhangi bir şeyi daha iyi, daha hızlı, daha kolay, daha ekonomik ve daha verimli yapma girişimidir.

Tasarım, zihinde canlandırılan biçimdir. Bu tanımlamada zihinsel süreçlerin kullanımı ön plana çıkmaktadır. Farklılıkları bulma, hayal kurma, sorgulama, yaratıcı düşünme, eleştirel düşünme, akıl yürütme gibi üst düzey zihinsel süreçlerin tasarım yapmada önemli bir yeri vardır.

Teknoloji ve tasarım ürün geliştirme sürecine yönelik olduğundan ve insan hayatını doğrudan etkilediğinden birlikte ele alınmalıdır. Teknoloji ve tasarım birbirini doğrudan etkileyen kavramlardır. İkisi arasındaki ilişki özne ile nesne arasındaki ilişki gibidir. Bu ilişkide öncelikli zihinsel süreç olarak yaratıcılık, karşımıza çıkmaktadır.

Teknoloji ve tasarım ilişkisinin geliştirilmesi bireyin yaratıcılık düzeyinin geliştirilmesi ile mümkün olabilir. Yaratıcılığın geliştirilebilmesi dış uyarılara açık ve alıcı olmakla birlikte duygu, istek, hayal gücü ve iç tepkilerinin de bilincinde olmasını gerektirmektedir (Çellek T. 2003).

Teknoloji ve Tasarım dersinin verileceği yaş grubunun en önemli özelliği, gruba ait olma ve grup üyeleri içinde etkili olma isteğidir. Bu durum yaratıcılığı engelleyen bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak uygun şekilde motivasyonun sağlanması, grup dinamiğinin, hayal gücünün ve iş birliğinin geliştirilmesi ve bunu sağlayacak öğretim süreçlerinin kullanılması bu durumu olumlu hâle dönüştürür.

Teknoloji Nedir ?

Aşağıda teknolojinin ne olduğunu tam karşılamaya çalışan bazı tanımlar yer almaktadır; bazıları bu tanımlamaları özellikle eğitim açısından ele almaktadır.

1. Teknoloji, insanın bilimi kullanarak doğaya üstünlük kurmak için tasarladığı rasyonel bir disiplindir (Simon, 1983, s.173 ).

2. Teknoloji somut ve deneysel anlamda temel olarak teknik yönden yeterli küçük bir grubun örgütlü bir hiyerarşi yardımıyla bütünün geri kalanı (insanlar, olaylar, makineler vb. ) üzerinde denetimi sağlamasıdır (McDermott, 1981, s.142 ).

3. Öğretim teknolojileri tarihi konusunda önemli bir isim olan Paul Saetller teknolojiyi şöyle tanımlamaktadır: "Teknoloji (Latince texere fiilinden türetilmiştir; örmek, oluşturmak (construct ) anl****** gelir ) birçoklarının düşündüğü gibi makine kullanmak değildir. Teknoloji, bilimin uygulamalı bir sanat dalı haline dönüşmesidir. Uygulamalı sanat terimi Fransız sosyolog Jackques Ellul tarafından kullanılmış ve kısaca technique olarak isimlendirilmiştir. O, teknolojiyi bir technique uyarınca yapılmış bir makine olarak görmüş ve bu technique'nin ancak küçük bir bölümünün makine tarafından ifade edilebildiğinden bahsetmiştir. Belirli bir teknik sayesinde sadece makinenin değil, bu makineye ait öğretimsel uygulamalarında gerçekleştirilebileceğinden söz etmiştir. Sonuç olarak davranış bilimi ile öğretim teknolojileri arasındaki ilişki, doğal bilimlerle mühendislik teknolojisi arasındaki ya da biyoloji ile sağlık teknolojisi arasındaki ilişkiyle benzer hatta aynıdır" (Saettler, 1968, ss. 5-6 ).

4. Ünlü bir eğitim teknoloğu olan James Finn teknolojiyi tanımlarken şöyle demektedir: "Makine kullanımının yanı sıra teknoloji, sistemler, işlemler, yönetim ve kontrol mekanizmalarıyla hem insandan hem de eşyadan kaynaklanan sorunlara, bu sorunların zorluk derecesine, teknik çözüm olasılıklarına, ve ekonomik değerlerine uygun çözüm üretebilmek için bir bakış açısıdır" (Finn, 1960, s.10 ).

5. Bilim ve teknolojinin farklılığını belirtmek için ilk nükleer denizaltıyı yapan ve serbest bir eğitim eleştirmeni olan Amiral Hyman Rickover şöyle söylüyor: "Bilim ve teknoloji birbirine karıştırılmamalıdır. Bilim doğadaki görüngülerin (fenomenlerin ) gözlenerek, zaten var olan doğru ve gerçeklerin ortaya çıkarılması ve bu gözlemler sonucunda elde edilen verilerin düzenlenerek gerçeklerin ve bunlar arasındaki ilişkilerin ortaya konulduğu teorilerin oluşturulmasıdır. Teknoloji asla bilim için bir otorite olamaz. Teknoloji insan aklını ve vücudunu güçlendirmek, üstün kılmak için geliştirilecek aletler, teknikler, ve yöntemler üzerinde durur. Bilimsel yöntem insan faktörünün tamamen dışlanmasını gerektirir, şöyle ki; gerçeği arayan kimse, kendinin ya da diğer insanların hoşlanacağı veya sevmeyeceği şeylerle, popülist değerlerle ve herhangi bir çıkar uğruna çalışmaz. Diğer yandan teknoloji fikir (bilim ) değil de hareket olduğundan, eğer insani değerler göz ardı edilirse tamamıyla tehlikeli bir sonuca da yol açabilir (Knezevich & Eye, 1970, s.17 ).

Tasarım Nedir?

Kelime kök olarak ; “Tasar” kelimesinden türer açılımı düşünmek planlamak anlamında. ‘tasarlamak’ ,

‘tasarım’ ; fikri şekil olarak ortaya sunma anlamında
- dış kaynaklarda geçen tanımı ise -
Design sözcüğü Latince kökenli 'designare'den türemiştir; anlamı 'bir şeye işaret etmektir'.

Etimolojik anlamda, uzakta olan bir şey işaret edilebilir; piktoral anlamda 'de-sign' birden fazla şeyin olduğu ortamda, yalnızca tek bir şeyi işaret edebilir.

Ruhani anlamda ise 'aklın gözü' betimlemesiyle; sözcüğün yoğun bir arınmadan geçtiği hissedilir.

Tasarlamak sözcüğü ile de; işaretlemek, iz bırakmak, not etmek, altını çizmek, damga vurmak, özgün olmak, biricik ve tek olmak, belirginleştirmek, ayrıştırmak eylemleri vurgulanıyor.

Tasarımdaki düşünce !?

Tasarımı kullanım ihtiyaçlarına göre bir şeyin Kullanılabilirliğin artması için yapılan şekillendirme öngörüsü sunumudur

- endüstriyel tasarım ve
- kişiye özel tasarım olarak, 2 ana kategoriye ayrılır.
Kişiye özel tasarım özel ihtiyaçlara göre tasarım dır Tasarımın Fiziksel işlevselliğin yanı sıra Ürün kullanıcısının özel ihtiyaçlarına göre değişkenlik gösterir

Özel tasarımlar özellikle kullanıcısının sosyolojik ve psikolojik isteklerine göre değişkenlik arz eder . özel tasarımda ana fikir O ürünün o kişiye özel olması ve başkalarına göre uygunluk arz etmemesi bu alışıla gelmişin dışında farklı ama kullanıcısı için Gayet doğal kabul görmesi gibidir.

Google'a rakip Türk icadı

nternet kullanıcılarının neredeyse tamamına yakının arama motoru olarak kullandığı bilinen google.com'a karşı iki Türk tarafından hazırlanan "attabot.com" web arama motoru beta yayınına başladı.

Web 2.0'ın olanaklarıyla arama motoru işlevlerini bir araya getiren attabot.com arama motoru, e-posta hesabı, çevrimiçi Türk Dil Kurumu sözlüğü ve Redhouse sözlük gibi hizmetleri tek adreste toplayarak kullanıcıyla büyük kolaylık sağlıyor. Kullanıcıların aradıkları kelimelere göre birbirlerine ulaşmasını sağlayan ortak arama, kullanıcılarının aramalarının sonuçlarının kaydedilebilmesini sağlayan "AttaRez" ve çeşitli kaynaklardan topladığı güncel haberleri görüntüleyen haber bölümü gibi kendine özgü işlevlerle de dikkat çekiyor. Portalın kurucu ortağı Seyfi Erol, "Hayatı kolaylaştıran sayısal platform" olarak tanımladığı Attabot arama motoru fikrinin üç yıl önce Amerika'da internet projeleri hazırlarken şirket ortaklarından Ömer Kurt ile birlikte geliştirdiklerini söyledi. Attabot arama motoruyla ilgili ANKA'nın sorularını yanıtlayan Seyfi Erol şunları söyledi: "İnternette bilgilere ulaşmak çok önemli. Bununla birlikte Web 2.0'ın getirdiği etkileşim, insanların internetten daha fazla yararlanmasını sağladı. Attabot fikri de buradan ortaya çıktı. İnsanların günlük hayatlarında kullanabilecekleri bir platformun yanına birçok internet aracının da eklenmesiyle büyük bir portal projesine dönüştü. Şu anda şirketimizde on kişi çalışıyor ve tasarım, kod yazma, test süreçlerini kendimiz gerçekleştiriyoruz. İnternetin olanaklarını kullanarak Amerika ve İstanbul'da ortaklaşa çalışıyoruz."

-SANAL KİŞİLİK-

Attabot'ta kullanıcıların ücretsiz hesap açtıklarında, kendilerini internette temsil edecek kelimeleri belirlediğini ifade eden Erol, "Hava, toprak ve su başlıkları altında sosyal yaşamınızın, sevdiğiniz şeyler ve mesleki yaşamınızla ilgili size sunulan kelimeleri seçiyor ve Attabot ekibinin deyimiyle internetteki dünyanızı, yani sanal kişiliğinizi oluşturuyorsunuz. Attabot kullandıkça aradığınız kelimeler de havuza eklendiğinde dünyanız da gelişiyor. Sizinle aynı beğenileri taşıyan veya aynı mesleki ilgileri olan insanlar da bu kelimeleri arıyorsa onlarla buluşmuş oluyorsunuz" dedi. Seyfi Erol Attabot'un kurumsal kullanıcılara sağladığı faydaları ise şöyle anlattı: "Attabot'un en iyi yönü kurumların da ücretsiz bir hesap oluşturarak kendilerini temsil edebilmeleri. Kurumlar, bireysel kullanıcılar ile aynı özelliklerden yararlanabiliyorlar. Attabot'un özellikle KOBİ'ler için ideal bir platform olduğunu düşünüyoruz. Birkaç dakikada şirketlerini internette temsil etmeye başlayabiliyorlar. Attabot ile şirketler Web 2.0'ın nimetlerinden yararlanabilecekler, CRM faaliyetlerinde bulunabilecekler. İleride Attabot'ta ürün aranabildiği gibi ürün de satın alınabilecek."

Ceviz ağacı, aspirinini kendi üretiyor


Ceviz ağaçlarnın, kuraklığın ya da aşırı sıcakların etkilerini en aza indirmek için aspirine benzer bir “ilaç” salgıladığı ortaya çıktı.

Amerikan Atmosfer Araştırmaları Merkezinden Thomas Karl, ateş ya da iltihaba karşı aspirin alan insanlardan farklı olarak bitkilerin, biyokimyasal savunmayı canlandıran ve zararları en aza indiren proteinlerin oluşumunu sağlayarak, kendi aspirinlerini üretme becerileri bulunduğunu belirtti.

Karl, yapılan ölçümlerin, ceviz ağaçlarının kuraklığa, aşırı sıcaklara ya da başka stres etkenlerine tepki verdiğinde büyük miktarda bu kimyasal maddeden salgıladığını gösterdiğini ve bunun atmosferde saptanabildiğini söyledi.

Bilim adamları uzun zamandır, bitkilerin laboratuvar ortamında, aspirinin bir tür kimyasal şekli olan metil salisilat üretebildiğini biliyordu. Ancak bugüne dek ekosistemde bu madde saptanmamış ve bitkilerin atmosfere metil salisilat yayıp yaymadığı araştırılmamıştı.

Böylece bitkilerin çevreye tepkisi ve bitkilerin hava kalitesine etkisine ilişkin yeni araştırmaların yolu açılmış oldu. Bu olayın, ayrıca çiftçilere ürünleri konusunda da ipucu verebileceği belirtildi.

Ulusal Bilim Vakfının maddi destekte bulunduğu araştırma, “Biogeoscience” dergisinin son sayısında yayımlandı.




Organik Tarım ve Türkiye'deki Yeri

rganik Tarım(Ekolojik Tarım) kimyasal (gübre, ilaç, hormon) maddelerin ve GDOların kullanımını yasaklayan ve ürünlerin üretiminden tüketimine kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı olarak üretilen tamamen atalarımızın doğal üretim yöntemleriyle yapılan tarım sistemidir.

FAO ve Avrupa Birliği tarafından konvansiyonel tarıma alternatif olarak da kabul edilen bu üretim şekli değişik ülkelerde farklı isimlerle anılmaktadır. Almanca ve Kuzey Avrupa dillerinde Ekolojik Tarım, Fransızca, İtalyanca ve İspanyolcada Biyolojik Tarım, İngilizcede Organik Tarım Türkiyede ise "Ekolojik veya Organik Tarım" eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Organik Tarımın amacı ise yanlış uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmaya yönelik insan ve çevreye dost üretim sistemlerini içermektedir. Buda tarımsal üretimde kullanılan suni gübrelerin, tarım savaş ilaçlarının ve hormonların hiç kullanılmaması ya da mümkün olduğu kadar az kullanılmasını bunların yerine organik gübrelerin ve biyolojik savaş yöntemlerinin kullanılmasını amaçlamaktır. Bunun neticesinde başta toprak olmak üzere su, hava, çevre ve doğada yaşayan canlıların sağlığını ve yaşam ortamının zarar görmemesi sağlanmaktadır. Hemen aklımıza gelen soru ise organik tarımda kimyasal girdiler kullanmadan verim artışının nasıl sağlanacağıdır. Buda 6 milyarlık Dünyamızın gerekli besin ihtiyacını karşılayabilir mi problemini doğurmaktadır.

Organik tarımın en büyük zafiyeti maksimum ürün verimine izin vermeyişidir. Organik tarım üründe kaliteyi, çevreye ve canlılara zarar vermeyen sistemi amaçlamaktadır. Ayrıca organik tarımın riskleri diğer tarım sistemlerine göre oldukça fazladır. Buda organik ürünlerin fiyatını diğer ürünlere göre artırmaktadır. Son yıllarda gerek tarımsal ilaçların, gerekse gübrelerin bilinçsizce kullanımı bitkisel üretimde artışın yanında kalitesiz ve insan sağlığını tehdit edecek ürünlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Toprağın derinlerine sızan fosfor ve nitrat tatlı su kaynaklarına ulaşmakta bu da insan, evcil hayvan ve yaban hayatı açısından ciddi problemlere yol açmaktadır. Örnek olarak ilaçlama ile çevredeki bir göl ve paralel olarak o gölde yaşayan canlılar zarar görebilir. O gölün suyunu kullanan insanların zarar görebileceği gibi, gölden avlandığı bir balığı yiyen kuş bambaşka bölgelere hastalık taşıyabilir. Ayrıca kimyasal tarım ilaçları toprakta birikmekte, bitki sağlığını olumsuz yönde etkileyerek ekolojik dengeyi bozmaktadır. Konvansiyonel tarımda verim artışı sağlanırken, üretimde çevre dengesi bozulmuş, iyi tarım toprakları elden çıkmış ve toprağın canlı kısmı ölmüştür.

Topraktan kaybolan bu maddelerin tekrar telafisi çok pahalıya mal olmaya başlamış ve bazen de imkânsız hale gelmiştir. Dünya nüfusunun artması ve entansif tarımın yaygınlaştırılması, birim başına düşen verimin ve dolayısı ile üretimin artırılması için sağlanan teşvikler ve aşırı destekler sonucu ve 1970'de pestisitlerin ve kimyasal gübrenin keşfi ile "Yeşil Devrim" olarak adlandırılan tarımsal üretimin artırılma çabalarının dünyadaki açlık sorununa çözüm olmadığı, aksine doğal dengeyi ve insan sağlığını sürekli bozduğunu gören gelişmiş ülkeler organik tarım, sürdürülebilir tarım ve değişik tarım alternatifleri konusunda çalışmalara başlamışlardır.Bunun sonucunda Dünya'da Organik tarıma yönelim başlamıştır. Türkiyedeki Yeri Ülkemizde organik tarıma yönelik faaliyetler, Avrupalı ithalatçıların özellikle kuru üzüm ve kuru incir talepleri üzerine 198485 yıllarında Ege Bölgesinde başlamıştır. O yıllarda ülkemizdeki organik tarım Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu (IFOAM) kurallarına göre yürütülmüştür. Hukukî ve kurumsal düzenlemeler bağlamında, Türkiyede organik tarım sektörünü üç ayrı dönemde incelemek mümkündür. Birinci dönemde (1984 1993) herhangi bir ulusal hukuki düzenleme bulunmamaktadır. İkinci dönemde (19942002), yönetmelik düzeyinde bir takım yasal düzenlemeler yapılmış ve organik tarım faaliyetleri bir takım komiteler vasıtasıyla yürütülmüştür. Üçüncü dönemde ise (2003), organik tarım sektöründeki faaliyetlerin tam bir yasal dayanağa kavuşturulması amacıyla 03 Aralık 2004de Organik Tarım Kanunu yayımlanmış ve bunu takiben, 2092/91 sayılı Organik Tarım AB Konsey Tüzüğü ile büyük oranda uyumlu olan Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik 10 Haziran 2005de yürürlüğe girmiştir. Ayrıca üçüncü dönemin başlangıcında, organik tarıma yönelik tüm faaliyetler, Tarım ve Köy işleri Bakanlığı (TKB) Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğü (TÜGEM) bünyesinde kurulan teknik bir daire başkanlığına devredilmiş ve halen Alternatif Tarımsal Üretim Teknikleri Daire Başkanlığı olarak isimlendirilen bu birim tarafından yürütülmektedir. Şu an gelinen durum itibarıyla, ülkemizde organik tarım faaliyetleri 3 Aralık 2004 tarih ve 25659 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 'Organik Tarım Kanunu'' ile bu kanun gereğince 10.06.2005 tarih ve 25841 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 'Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik'' hükümlerine göre yürütülmektedir. Organik tarım kanunu ile sektörde meydana gelebilecek ihlallere karşı cezai yaptırımlar ile kontrol ve sertifikasyon hizmetleri yasal zemine oturtulmuştur. 10.06.2005 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelikle Avrupa Birliği komisyonunun sürekli güncellediği 2092/91 sayılı yönetmeliği en son şekli ile güncellenmiş ve organik tarım faaliyetleri AB ile uyumlu bir şekle kavuşturulmuştur.

Dış pazarlarda istenen çeşitlerin, talep edilen miktarlarda ihraç edilerek pazarlanması yayımlanan bu yönetmelikle mümkün olmuştur. Bunu takiben, AB ilgili mevzuatında gelişen ilave değişikliklerin içselleştirilmesini teminen 17 Ekim 2006 tarih ve 26322 sayılı Resmi Gazete de yayınlanan Organik Tarımın Esasları ve Uygulanması Yönetmeliğinin çeşitli maddelerinde değişiklik getiren Yönetmelik Değişiklik Yönetmeliği yürürlüğe geçirilmiştir. Bitkisel Üretim Ülkemizde organik üretim yapan üretici sayısı, üretim miktarı, üretim alanları ve ürün çeşitliliği yıllar içinde artış göstermiştir. 1996 yılında 1.947 olan organik ve geçiş sürecindeki üretici sayısı 2006 yılında 14.256ya ulaşmıştır. Buna göre on yıldan beri üretici sayısında 7 kat artış gerçekleşmiştir Üretim alanları itibarı ile 1996 yılında 6.789 ha olan üretim alanı 2006 yılında 192.789 ha olarak gerçekleşmiştir. Alanlar üzerinden bir kıyaslama yapıldığında 2006 yılı itibarı ile 1996 yılına göre alandaki artış miktarı 28 kat olmuştur.Lakin son yıllarda üretim alanlarında düşme gözlenmiştir bu nispî düşüşün nedeni, doğal toplama alanlarındaki azalıştır. Ancak, kültür üretimi yapılan alan miktarında ise artış söz konusudur. Toplam ürün çeşidi 1996 yılında 26 iken 2006 yılında 203 ürüne çıkmıştır.

Genel olarak organik tarım artış göstermektedir. Ancak, son birkaç yıldır üretim alanında fazla bir değişimin gerçekleşmemesinin sebebi ise yapılan çalışma ve denetimler neticesinde sistemde faaliyeti olmayan atıl haldeki üreticilerin veri tabanından çıkarılmasından kaynaklanmaktadır. Hayvansal Üretim Bahçeşehir Üniversitesinde 19-20 Ekim 2007 Tarihinde düzenlenen Organik Tarım Türkiye 1.Kongresi Raporunda Prof.Dr.İbrahim Ak ve Prof.Dr.Faik Kantar tarafından yapılan sunumun teması Türkiyede organik hayvancılığın sürdürülebilir olup olmadığıdır.Türkiyenin sanayileşme yolunda olan bir tarım ülkesi olduğu vurgulanmış ve hayvan varlığının yüksek ama hayvan veriminin düşük olduğu belirtilmiştir.Örneğin, 2006 yılında 25.616.912 olan toplam koyun sayısına karşılık 2005 yılı toplam hayvansal üretimi 12,390 tondur. Bunun yanında, Türkiyenin doğal mera alanlarının uygun olması gibi coğrafi nedenlerden dolayı organik hayvancılık potansiyelinin yüksek olduğu ifade edilmiştir.

Türkiyede hayvancılıgın durumuna iliskin olarak söylenenlerin en çarpıcı olanı ^hayvancılık konusunda uzun vadeli belirgin bir politikanın^olmayışıdır.Daha sonra hayvancılığın genel yapısı ele alınmıstır. Bu çerçevede, hayvancılıgın Türkiyede genelde geleneksel, kendi kendine yeterliligi benimseyen, karma ve kapalı sistem bir üretim modeli benimsedigi belirtilmis ve kanatlı yetistiriciliginde tamamen entansif üretim yapıldıgı vurgulanmıstır. Yine bu kongrede organik hayvancılıkta doğal otlatma alanlarının büyük önem taşıdığı ve bu bağlamda Türkiyenin toplam alanının %17sini çayır mera alanlarının oluşturduğu vurgulanmıstır. Türkiyede düsük verimli olan çayır meraların veriminin arttırılması için gerekli önlemler sıralanmıstır.

Bunun akabinde; arıcılık, koyun ve keçi yetistiriciligi, sığırcılık ve tavukçuluk alanlarında organik üretimin düsük oldugu ancak organik üretim potansiyelinin yüksek olduğu ifade edilmistir. İhracat Ülkemiz Organik ürün ihracatında birçok kaynakta ortalama 35 milyon dolar olduğu yazılmaktadır fakat Tarım ve Köy işleri Bakanlığının kontrol-sertifikasyon kuruluşlarından sağlıklı ve düzenli veri temini konusunda yaşadığı sorunlar nedeniyle yıllık 30 milyon dolarlık kısmı ihracat kayıtlarda görülebilen, ancak yıllık 130-150 milyon dolar düzeyine ulaştığı tahmin edilmektedir.Organik tarımın Dünyadaki Pazar hacmi 40 milyar dolar seviyesindedir.Bu pazarda Türkiyenin ihracatı yaklaşık 150 milyon dolar olup iç Pazar seviyesi ise 5 milyon dolar seviyesindedir. Türk organik ürün sektörü ihracatının, 2012 yılında 1 milyar dolara ulaştırılması ve halen toplam ekili alanlar içinde binde 8 civarında olan organik ürün sahalarının 2012 yılında yüzde 3'e çıkarılması ayrıca, 5 milyon dolar civarında olduğu tahmin edilen iç pazar hacminin aynı sürede 50 milyon dolara çıkarılması hedeflenmektedir.

Ekolojik Beslenme

Şimdilerde organik yiyecekler hayli gündemde. Yediğiniz meyve ve sebzelerin yetiştiği tarlaları, ürünlerin katkısız olup olmadığını biliyor musunuz? Oysa ki, organik gıda tüketmenin sağlığınıza katkılarını bilmeniz ve seçimlerinizi doğru yapmanız gerekiyor.

Ekolojik Beslenme

Son iki senede organik gıda sektörü büyük bir patlama yaşadı. Gazetelerin manşetlerinde gıda sektöründe söz sahibi firmaların ürettiği ürünlerin sağlıklı olup olmadığı tartışıldı. Özellikle yurt dışında organik ürünler rağbet görmeye başladı. Her geçen gün, sağlıklı yaşam ve organik gıda insanların hayatında daha fazla önem kazanıyor. fiimdi bazı soruların cevaplarını alarak organik gıdayı anlamamız mümkün.

Organik gıdanın gerçek anlamı nedir?
Organik gıda, sebze, meyve gibi ürünlerin yetiştirilmesinde ve işlenmesinde yapay ilaçların, hormonların, antibiyotiklerin koruyucu ve renklendiricilerin, ambalajların da dahil olmak üzere kimyasal maddelerin kullanılmadığı gıdalardır. Organik gıda üretimi oldukça zahmetli ve zorlu bir süreçtir. Dünya standartlarında bir çiftçinin tarlasında, organik gıda üretimine başlayabilmesi için beş yıl tarım ilaçları ve çeşitli kimyasallardan arındırması gerekmektedir. Bu oran ülkelerin belirledikleri asgari oranlara göre değişim göstermektedir.


Organik gıdalar dahamı besleyici?
Organik tarım teknikleriyle hazırlanmış gıdalar, diğer gıdalara oranla daha besleyicidir. Yetiştirilmesinden paketlenmesine kadar geçen süre boyunca kimyasal etkilere maruz kalmamış olması dolayısıyla, kimyasal maddeler içeren gıdalara göre daha sağlıklı olduğu bilinmektedir. Örneğin; organik tekniklerle üretilmiş bir portakaldaki C-vitamini seviyesi kimyasal bileşenlerle karışmadığı için daha fazladır. Organik gıdaların üzerlerinde kimyasal maddeler olmadığı için, diğerlerine oranla bir kere yıkanması yeterlidir. Meyve, sebze, et, süt, yumurta ve organik yöntemlerle üretilmiş tüm besinler belirlenmiş Şimdilerde standartlara uygun doğal haliyle piyasaya sunulmaktadır.

Organik çikolata, yer fıstığı veya kahveyi seçtiğinizde hem kendinizi hem de çevrenizi zararlı böcek ilaçlarından korumuş oluyorsunuz. Organik maş fasulyesi, mısır satın aldığınızda genetiğiyle oynanmış yiyecekleri tercih etmemişsiniz demektir.

Organik tarım nasıl yapılır?
Avrupa ülkelerinde son beş senelik zaman dilimi içerisinde organik tarım, pazarda büyük pay sahibi olmuştur. Organik tarım ürünleri her ülkenin kendi bünyesinde belirlediği yetkili kamu kuruluşları veya yetkili sivil toplum örgütleri tarafından tüketici hakları düşünülerek koruma altına alınmaktadır. Üreticinin yetkili kurumlara başvurduktan sonra belirlenmiş standartlara uygun, denetimlere açık şekilde tarlasında kimyevi ilaçlar, kimyevi gübre, hormon, antibiyotik kullanmaması, paketlenmede de parlatıcı ve renklendirici gibi maddelerinde kullanılmaması gerekmektedir. Bu koşulları sağlayan üretici organik gıda sertifikası almaya hak kazanır.

Satışa sunulmuş organik gıdalar neden daha pahalıdır?
Organik gıda ürünlerinin pahalı olmasının birkaç sebebi vardır. Üretimde zorlu koşulların yerine getirilmesi için harcanan çaba bunların başında gelir. Fakat sevindirici bir gelişmedir ki, her geçen gün organik gıda sektörü bilinçli tüketiciler sayesinde pazarda daha geniş yer bulmaktadır. Organik tarım küçük tarlalarda yapıldığı ve maliyetinin çok yüksek olması dolayısıyla, geniş üretim sahasına yayayılmış kimyasal yöntemlerle tarım yapan üreticilerle boy ölçüşememektedir. Son on yıllık zaman dilimi içerisinde Avrupa ülkelerinde doğala dönüş bilinci oldukça hızlı yayılmaya başladı. Ülkemizde de sağlıklı yaşam giderek önem kazanıyor.

Ekolojik tarım Gen teknolojisine karşı

GEN Teknolojisi kime yarıyor? Kimin ihtiyacı var? Nereye gidebilir?

Genetik olarak modifiye edilmiş organizmaları (GMO) tartışırken, bunun aslında ne tüketiciye ne de üreticiye yararı olduğu görülmüştür. Bu organizmaların sadece bunları üreten ve satan firmalara yararı vardır. Eğer çiftçiler bu yöntemi tercih ediyorlarsa, bu sadece üretim sistemlerinin kimyasal bileşenlerle yapılmasını kabul ettikleri içindir.
Genetik mühendislik, doğal dengelerin bozulmasına yol açan uygulamalardan biridir.
Ekolojik hareket, gerek ekolojik, gerekse politik ve etik açıdan tarımda kullanılan GMO’ları gerekli bulmuyor. Zengin veya fakir, küçük veya büyük milyonlarca çiftçi, GMO’lar kullanılmadan da ekolojik tarımın herkese yetecek kadar sağlıklı gıda üretebileceğini kanıtlamıştır.
Genetik mühendislik nedir?

Genetik mühendislik, genlerin manipülasyonunun yapıldığı yeni bir teknolojidir. Bilim insanları, cinse bağlı olmadan genleri bir türden diğerine transfer edebilirler. Bu sadece genetik kodlama olan gen lisanından dolayı mümkündür. Bütün yaşayanlar için (insan, hayvan, bitki veya mikroorganizma) bu geçerlidir. Örneğin, bir balıktan alınan genler, soğuğa daha dayanıklı olsun diye bir domates bitkisine aktarılabilir. Genetik olarak müdahale edilmiş bir domates bitkisi, balıkta bulunan kimyasal maddeyi üretmekte zorlanır. Ve bu durumda balığın normalde buz gibi soğuk suda yaşamak için "antifriz" maddesini üretir.
Genetik mühendislik bize oluşumun başından beri gelen türlerin dağılımını mümkün kılar. Genetik olarak değiştirilmiş tarım ürünlerinin yüzde 98’i ABD, Kanada ve Arjantin’de yetiştirilmiştir.
Ekolojik tarım nedir?

Ekolojik tarım aynı zamanda sürdürülebilir bir üretimdir. Üretimde biyolojik çeşitliliği, biyolojik dönemleri ve biyolojik faaliyetleri destekleyen ve değerini artıran bir yöntemdir.
Ekolojik tarımın temeli, tarım dışı verilerin minimum kullanımını ve ekolojik düzeni onaran, koruyan ve destekleyen bir sistemdir. Ekolojik tarım yöntemi, sentetik kimyasal ilaçlama ve gübre kullanımı yerine sağlıklı, verimli ve bereketli ürün oluşumunu geliştirir. Bu şekilde, toprak, biyolojik olarak dengelenmiş birçok çeşit yararlı böcek ve diğer organizmalar ile canlılığını korumaya devam eder. Bu durumda ciddi zararla ya da hastalık problemleriyle karşı karşıya kalınırsa doğal kaynakların ve biokontrol maddelerinin kullanılması uygundur.
Ekolojik tarım, insan sağlığının, yediğimiz gıda ve kullandığımız toprağın sağlıklı olmasıyla bağlantılı olduğu gerçeğinden hareket eder.
Genetik mühendislik ve ekolojik tarım birbirleriyle uyumlu mudur?

Ekolojik tarım ve genetik mühendislik iki karşıt dünya görüşü, iki değişik felsefeden ve gelecek için iki değişik seçimden oluşuyor. Ekolojik tarımın ana ilkeleri kutsaldır. Burada ayrı parçalar yerine, tüm olarak, tarımın yaşayan bir bütün olduğu üzerinde durulur. Tüm yaşayanlar arasında var olan bir ilişki ve işbirliğinin bir bütünü olarak görülür. Ekolojik tarım bio çeşitliliği destekleyerek, bir denge oluşturmaya çalışır. Ekolojik ilaçlama ise sadece acil durumlarda kullanılır. Diğer yanda genetik mühendislik, karmaşık problemleri tek bir başlık altına indirgeyerek teknik bir çözüm önerir. Genetik mühendisliğin özünde tekli çözümler, çevre ve tarım konularında ise çoğul çözüm önerileri vardır.
Genetik mühendisliğin ekolojik tarım üzerinde etkisi var mıdır?

IFOAM standartları; ekolojik üretim sisteminden GMO’lar bulunan genetik olarak yetiştirilmiş organizma ve ürünleri kabul etmez. Genetik olarak üretilmiş organizmalar birçok seviyede bulaşıcılığa yol açarlar.
Tarlada: Genetik olarak üretilmiş bitkilerden uçan veya böceklerle taşınan polenler, başka tarlalara geçip onları kirletirler. Arılar 3 km. uzağa kadar polen dağıtabilmektedirler.
Tohum üretimi: Ekolojik tohum ve tohumların üretimi ve çoğalmasında genetik olarak üretilmiş polenler bulaşırlar. Hasat, taşıma ve üretimde, yani tarladan en son aşamaya kadar (kamyon, gemi, tren taşımacılığı, gıda üretim fabrikaları vs.) birçok yoldan bulaşabilirler.
Genetik olarak müdahale edilmemiş ürünleri üretmek ve satmak isteyen çiftçiler, satıcılar, bu genetik kirlilik ile her zaman karşı karşıya kalır.
Başka bir problem de, böceklerin Bt-zehirli bazı bitkilere direnç kazandırmalarıdır. Bu tip Bt-spreyler organik tarımda da kullanılmaktadır, ancak başarılı ve sağlıklı bir ilaçlama olarak. Bu direnç oluşursa, bu tip ilaçlamalar başarısız olacaktır.
Genetik mühendislik açları doyurabilir mi?

Şimdiye kadar hiçbir tarım hareketi dünyadaki açlık problemini çözememiştir. Açlık bir sosyal ve politik problemdir, üretim tekniklerinin problemi değildir. Bugün dünyada herkes için yeterli gıda mevcuttur. Genetik mühendislik sadece gıda güvensizliği ve açlık yaratır. Çünkü tek kültür üretimlerin, hastalık ve böceklerin artmasına, çiftçilerin çok uluslu büyük firmalara bağımlı olmasına yol açacaktır. GMO tarım, endüstriyel tarımın tüm problemleri ile devam etmesine yol açar. GMO tarımın desteklenmesi, tüm gıda, toprak ve temiz su kaynaklarımızın daha fazla yok olmasına yol açacaktır.
Ekolojik tarım açları doyurur mu?

Ekolojik tarımda en önemli soru şudur: Çiftçiler, basit, ucuz ve yöresel teknolojilerin kullanıp, çevreye zarar vermeden üretimlerini nasıl arttırabilirler? Eğer ekolojik çiftçiler geleceklerini kendi ellerine alabilirlerse, çoğunlukla üretimlerini artırabiliyorlar. Bu, özellikle gelişen ülkelerde görülüyor. Örnek olarak; Küba’da kullanılan üç kardeş tarımı, yani mısır, fasulye ve cassava ürünlerini beraber üretmek, normal tek tip üretimden iki katı fazla ürün sağlamaktadır.
Mısır bitkisi, fasulye dalı olarak gelişmiş ve fasulyeler toprağa nitrojen vermektedir. Bu arada cassava ürünü de mısır ve fasulyelerin olduğu rutubetli ve gölge yerde daha iyi gelişmiş ve aynı zamanda oradaki otların büyümesini engellemiştir.
Herkes için gıda uzun vadeli bir projedir ve sadece kültürel çeşitlilik ve tarımın yerel şartlara uygulanması ile başarılı olur.
Genetik mühendislik biyoçeşitliliği etkiliyor mu?

Birçok bilim insanı, genetik mühendisliğin biyolojik çeşitliliği etkilediği konusunda hemfikirdir.
Örnek: İngiltere’de yapılan bir çalışma genetik olarak üretilen bazı ürünlerin zaten yok olmaya yüz tutmuş tarla kuşunun ortadan kalkmasına sebep olacağını belirtmiştir. Tarla kuşu yabani ot tohumlarını toplar. Halbuki genetik olarak hazırlanan tarlalarda yabani otlar azalacaktır. Bu sadece tarla kuşunun değil, diğer böcek ve tohum yiyen kuşları da etkiler.
Genel olarak, genetik mühendislik endüstriyel tarımda tektip kültürlere yeni bir boyut açmaktadır.
Ekolojik tarım biyolojik çeşitliliği etkiliyor mu?

Ekolojik tarım doğası gereği biyolojik çeşitlilik demektir. Örneğin ürün ve hayvanlar ile karışık tarım. Tüm ekolojik tarımda, ekin değiştirmek, uygulanan bir yöntemdir. Ağaçlar ve çitler örümcek, kuş gibi böcekleri yiyen hayvanlara doğal bir alan sağlar.Sadece ekolojik gübre kullanarak toprağın verimini ve organizmaların çeşitliliğini artırabiliriz.
Genetik mühendislik sağlığımı etkiler mi?

Belki evet, belki hayır. Genetik olarak üretilen gıdalar yeni ürün grubundadır ve içlerinde daha önce hiç yemediğimiz proteinler mevcuttur. Şimdiye kadar, mısırın içinde bakteriyel proteinler, domatesin içinde balık proteinleri hiç yemedik. Bu ürünlerle vücudumuzun hiçbir tecrübesi olmadığı gibi, 5-10 sene sonra bu gıdaların alerji veya diğer kronik hastalıklar yaratmayacağı bilinmemektedir.
Yerleştirilen gen, diğer çok önemli genleri bozabilir, ilişkileri etkileyebilir, etkileşimleri değiştirebilir. Bilim insanlarına göre genetik olarak değiştirilmiş gıdalar şu etkilere yol açabilir:
GMO’ların içindeki yeni ürünlere karşı alerjik veya bağışıklık sistemi reaksiyonları
Genetik mühendislikte sıklıkla kullanılan antibiyotik dirençli genler, mide ve bağırsaktaki patojenlere geçebilir. Bu patojenlerin sebep olduğu hastalıklar, artık antibiyotik ile tedavi edilemez.
Yeni genler asıl genlerin kendilerini ifade etme şekillerini değiştirip, başka sonuçlar doğurabilir.
Çevreye salıverilen GMO’ların ekolojik etkileri nelerdir?
GMO’lar yaşayan, artan ve dağılan organizmalardır. Yabancı genlerini diğer türlere geçirebilirler. Bir kere salıverildiklerinde genetik olarak üretilmiş organizmaları laboratuvar ortamına tekrar sokmak mümkün değildir. Burada biz Pandora’nın kutusunu açmaktayız.
Çevre için bazı olumsuz sonuçlar:
1 Genetik olarak üretilmiş bitkilerden olan polenler, yabani türleri bozabilir.
2 Böcekler ve hastalıklarda karşı koymalar oluşur.
3 Topraktaki organizmalar etkilenebilir. Zehirli –Bt‘nin toprakta aylarca kaldığı saptanmıştır.
4 Balıklara genetik olarak daha hızlı büyümek ve büyük olmak için müdahale edilmiştir. Dev GM (Genetik Modifikasyon) balıklar, balık çiftliklerinden kaçıp, asıl türleri etkileyip yok edebilirler.
5 Bakteri ve virüsler birçok neden için genetik olarak değiştirilmişlerdir. Eğer çevreye bırakılırlarsa, bitki veya hayvanlardan çok daha kötü yan etkileri doğabilir.
Patentler ne işe yarar?

Eskiden hiç kimse bitkilerin "patent"lenmesi üzerine düşünmemişti. Hiç kimse bir hayvan ve insan geninin bir firmanın "özel mülkü" haline gelebileceğini düşünmemişti. Ancak genetik mühendisliğin gelişiminde endüstri sektörü sadece yaşayan ünitelere değil, "yaşamayan malzemelere" de patent verilmesi baskısı altındadır. Bu; genetik mühendisliği için yapılan finansal yatırımları korumak için şarttır. Ancak bir domates bitkisini, bir kimyasal madde ve elektrikli süpürgesi gibi patentlemek doğru mudur? Hayatı patentlenen bir ürün ile aynı kefeye koymak doğru mudur? Eğer yaşayan bir varlık ile yaşamayan bir varlık arasında bir fark artık yok ise, bu bizim hayvanlar, bitkiler ve hatta diğer insanlar ve kendimiz ile ilişkimizi tamamen değiştirecektir.
Çiftçiler her patentli tohum veya her patentli tavuk için patent ücreti ödemek durumundadırlar. Ve bu ödeme ayrıca, bu tavuktan üretilmiş tüm tavuklar, hatta 20 sene süresi ile üretilen bütün tavuklar için geçerlidir. Bir GM ürününü eken bir çiftçinin, ondan bir sonraki mevsim için herhangi bir patentli tohumu saklaması yasaktır.
Amerika ve Kanada’da bunu yapan bazı çiftçiler Monsanto firması tarafından dava edilmişlerdir. "Patentli tohum" kontrolü çiftçinin, yerel yönetiminin elinden özel firmalara verir. Birçok kişi bunu dünyadaki gıda güvenliğine ve biyolojik çeşitliliğe karşı tehlike olarak görmektedir.

Yönetim Bilimleri ve Yapay Zeka

Yönetim bilimleri yapay zeka alanındaki gelişmelerden hızla etkilenmektedir. Bu etkileşimin bir sonucu olarak, doğal dil arabirimleri, endüstriyel robotlar, uzman sistemler ve zeki yazılımlar gibi uygulamalar ortaya çıkmıştır. Her seviyeden yöneticiler ve çalışanlar, direk veya dolaylı da olsa son kullanıcı olarak bu gelişmelerden haberdar olmak durumundadır. Çünkü bir çok işyeri ve organizasyonda, gittikçe artan bir oranda yapay zeka teknikleri kullanılmakta ve bu yolla verimlilik artışı sağlanmaya çalışılmaktadır.
Şimdi kısaca bazı yapay zeka teknikleri ve uygulama alanlarından bahsedilecektir.
Bilgisayar Bilimleri
Uygulamaların bu alanı bilgisayar yazılım ve donanımı üzerine odaklanmıştır. Çünkü yapay zeka uygulamalarının çoğu için, çok güçlü süper bilgisayarların üretilmesine gereksinim duyulmaktadır. Bunun ilk aşamasını beşinci nesil olarak anılan zeki bilgisayarlar oluşturmaktadır. Bu bilgisayarlar optimum seviyede mantıksal anlam çıkarma işlemi için tasarlanmaktadırlar. Bu anlam çıkarma, geleneksel bilgisayarlardaki nümerik işlem yerine sembolik işlemin kullanılması anlamına gelmektedir. Diğer çalışma ise, sinirsel ağların geliştirilmesi için yapılmaktadır. Neurocomputer sistemleri, insan beynindeki nöronların ağ yapılarına göre şekillendirilmiş bir yapıdadır (bkz. 3.4 sinirsel ağlar). Bu bilgisayarlar bilginin bir çok farklı kısmını aynı anda işleyebilirler. Sinirsel ağ yazılımlarının, basit problem ve çözümleri gösterilerek öğrenmesi sağlanabilmektedir. Örneğin resimleri tanıyabilmekte ve problemleri çözmek için program yapabilmektedirler.
Robotik
Yapay zeka, mühendislik ve psikoloji robotiğin temel disiplinleridir. Robotik teknolojisi, insan gibi fiziksel kapasitelere sahip, bilgisayar kontrollü robot üretiminin gerçekleştirilmesi için geliştirilmiştir ve yapay zeka alanındaki gelişmelere paralel olarak ilerlemektedir. Bu alandaki uygulamalar robotlara, görme yeteneği veya görsel algılama, dokunsal algılama, idare etmede beceri ve hüner, hareket kabiliyeti ve yol bulabilme zekası kazandırmaktadır. Bazı uygulama örnekleri aşağıda verilmiştir.
Stuttgart Üniversitesi’nin Paralel ve Dağıtılmış Yüksek Performans Bilgisayarları Enstitüsü’nde Prof. Paul Levi yönetiminde bir çalışma gurubu Aramis (adını monte edilmiş olan kolundan alıyor), Porthos (yük taşıyıcısı) ve Athos (bir stereo kameraya sahip ve gurubun gözcüsü) isimli üç robot üretmiştir. Bu robotlar küçük sorunlarını tekbaşlarına çözebilmektedir. Fakat bu robotlarda diğerlerinde olmayan bir özellik vardır, kooperasyon yeteneği. Şöyleki; kimin hangi görevi hangi sırayla yapacağını aralarında kararlaştırıyorlar. Bunu konuşarak yapmaları teknik bir dayatmadan çok araştırmacıların oyun dürtüsüne işaret etmektedir. Aslında makineler bit ve byte’lar düzleminde anlaşmalarına rağmen, çalışma esnasında kadın ve erkek sesleriyle gerçekleşen sözlü diyaloglar ortaya çıkmaktadır. Prof. Levi’ye göre üç şilahşörler, günün birinde temizlik, nakliyat ve konstrüksiyon ile ilgili görevleri yürütecek bir robot kuşağının prototipleridir.
Bir başka örnek ise MIT’den Rodney Brooks’un tasarladığı ATTİLA isimli böcek robot. 30 cm. boyutundaki bu robot üzerinde 23 motor, 10 mikro işlemci ve 150 adet algılayıcı bulunuyor (Şekil 8). Her bacağın üç bağımsız hareketi sayesinde engellerin üstüne tırmanıyor, dik inişler yapıyor ve tutunarak kendisini 25 cm. yüksekliğe çekebiliyor. Brooks’un yapay zeka anlayışında izleme, avlanma, ileri gitme ve gerileme gibi bir takım ilkel içgüdü ve refleksler yer alıyor. Öte yandan onun robotlarında bunları seçen ve bu basit hareketleri yönlendiren bir beyin modeli yer almıyor. Bunun yerine, her davranış, robotun kontrolünde yarışan bireysel zekalar olarak işliyor. Kazananı, robotun alıcılarının o anda ne hissettiği belirliyor ve bu noktada diğer tüm davranışlar geçici olarak bastırılıyor. Kurulan mantıkta, “gerile” gibi tehlikeden sakınma davranışları, “avı izle” gibi daha üst seviyedeki fonksiyonları bastırıyor. Davranış hiyerarşisindeki her seviyenin gerçekleşmesi için bir alttakinin aşılması gerekiyor. Böylece bir böcek robot, örneğin “odadaki en uzak köşeyi belirle ve oraya git” gibi yüksek düzeyde bir komutu, bir yerlere çarpıp başına kaza gelme korkusu olmadan yerine getirebiliyor.
Robotlar gelecekte yalnızca basit ve monoton görevlerle sınırlanmayıp, insanlara karmaşık ve tehlikeli görevlerde de yardımcı olacakları için, akıllı ve daha esnek kullanımlı bir kavrama sisteminin geliştirilmesine yönelik olarak , DLR (Alman Hava ve Uzay Uçuşları Araştırma Kurumu) tarafından insan elini örnek alan üç parmaklı ve çok sensörlü bir robot el geliştirilmiştir. Doğal Arabirimler
Doğal arabirimlerin gelişimi yapay zekanın önemli bir alanını göz önüne alır. Doğal arabirimlerin gelişimi, insan tarafından bilgisayarların daha doğal kullanımına yönelik bir kolaylık sağlar. Bu alanda yapay zeka araştırmacılarının en büyük amacı, insan konuşma dilinde bilgisayar ve robotların konuşmaya başlaması ve bizim onları anladığımız gibi onların da bizi anlayabilmesidir. Uygulamalar dil bilim, psikoloji, bilgisayar bilimleri gibi disiplinleri içine alan bir kollektif çalışma alanı içinde yapılmaktadır. Bazı uygulama alanları olarak insan dilini anlama, konuşmayı tanıma, beden hareketlerinin şekillerini kullanan çok algılayıcılı cihazların geliştirilmesi gösterilebilir.
Bilgisayar ile ilişki kurmak için bir anadilin kullanılması aslında yapay zekanın en kuvvetli yanlarından birini temsil eder. Yazılı anadilin işlenmesi uygulamaları ise çok sayıda bulunmaktadır. Bu konudaki başlıca uygulamalar şunlardır: Bilgisayar yardımıyla tercüme,
Metin özetlerinin otomatik olarak hazırlanması, Metinlerin otomatik olarak üretilmesi (anlamlı bir sözdizimsel form olarak), Dökümanların hazırlanmasına yardım (hataların ve tutarsızlıkların bulunması ve gerektiğinde düzeltilmesi, örnek: MSWord programı).
İnsan sesini algılayan bir uygulama örneği olarak da, NaturallySpeaking isimli bir program seti verilebilir. Program erkek/bayan ayrımı yapmamak için ses girişlerini nötr sinyallere çevirir. Bir batch işlemi, konuşmaları konuşmacıdan bağımsız olarak kendi iç modeliyle karşılaştırarak, süreklilik ve vurgulama gibi ince ayarları yapar. Farklı kullanıcıların telaffuz farklılıklarındaki tutarlılık bu sayede sağlanır. Program ayrıca zaman kaybetmemek için, söylenen bir kelimenin ardından gelebilecek kelimeleri tahmin eder ve tarama alanını daraltır. Mesela, sayın kelimesinden sonra, büyük bir ihtimalle isim gelecektir, tarama alanı buna göre isim alanına yönlendirilir. Bunun ötesinde tüm cümlenin anlamına bakılarak, kelimenin cümlede uygun yerde olup olmadığı da kontrol edilir. Programın elindeki bilgiler arttıkça eskisine göre farklı kararlar verdiği görülmektedir. Gündelik konuşmalarda rastlanan cümlelerde program mükemmel bir performans sergilemektedir. Bir günlük düzenli bir çalışma sonrasında doğruluk oranı %95’lere ulaşmaktadır.
Sinirsel Ağlar
Sinirsel ağlar çeşitli yollarla birbirine bağlı birimlerden oluşmuş topluluklardır. Her birim iyice basitleştirilmiş bir nöronun niteliklerini taşır. nöron ağları sinir sisteminin parçalarında olup biteni taklit etmekte, işe yarar ticari cihazlar yapmakta ve beynin işleyişine ilişkin genel kuramları sınamakta kullanılır. Sinirsel ağ içindeki birimler, herbirinin belli işlevi olan katmanlar şeklinde örgütlenmiştir ve bu yapıya yapay sinir ağı mimarisi denir.
Yapay sinir ağlarının temel yapısı, beyne, sıradan bir bilgisayarınkinden daha çok benzemektedir. Yine de birimleri gerçek nöronlar kadar karmaşık değil ve ağların çoğunun yapısı, beyin kabuğundaki bağlantılarla karşılaştırıldığında büyük ölçüde basit kalmaktadır. Şimdilik, sıradan bir bilgisayarda, akla uygun bir sürede taklit edilebilmesi için bir ağın son derece küçük olması gerekiyor. Gittikçe daha hızlı ve daha koşut çalışan bilgisayarlar piyasaya çıktıkça zamanla gelişmeler sağlanacaktır.
Yapay sinir ağlarındaki her bir işlem birimi, basit anahtar görevi yapar ve şiddetine göre, gelen sinyalleri söndürür ya da iletir. Böylece sistem içindeki her birim belli bir yüke sahip olmuş olur. Her birim sinyalin gücüne göre açık ya da kapalı duruma geçerek basit bir tetikleyici görev üstlenir. Yükler, sistem içinde bir bütün teşkil ederek, karakterler arasında ilgi kurmayı sağlar. Yapay sinir ağları araştırmalarının odağındaki soru, yüklerin, sinyalleri nasıl değiştirmesi gerektiğidir. Bu noktada herhangi bir formdaki bilgi girişinin, ne tür bir çıkışa çevrileceği, değişik modellerde farklılık göstermektedir. Diğer önemli bir farklılık ise, verilerin sistemde depolanma şeklidir. Nöral bir tasarımda, bilgisayarda saklı olan bilgiyi, tüm sisteme yayılmış küçük yük birimlerinin birleşerek oluşturduğu bir bütün evre temsil etmektedir. Ortama yeni bir bilgi aktarıldığında ise, yerel büyük bir değişiklik yerine tüm sistemde küçük bir değişiklik yapılmaktadır.
Yapay sinir ağları beynin bazı fonksiyonlarını ve özellikle öğrenme yöntemlerini benzetim yolu ile gerçekleştirmek için tasarlanır ve geleneksel yöntem ve bilgisayarların yetersiz kaldığı sınıflandırma, kümeleme, duyu-veri işleme, çok duyulu makine gibi alanlarda başarılı sonuçlar verir. Yapay sinir ağlarının özellikle tahmin problemlerinde kullanılabilmesi için çok fazla bilgi ile eğitilmesi gerekir. Ağların eğitimi için çeşitli algoritmalar geliştirilmiştir.
Lapedes ve R.Farber (1987) bir sinirsel ağın çok karışık zaman serilerinin nokta tahmininde kullanılabileceğini ve elde edilen sonuçların lineer tahmin metodu gibi klasik metodlara göre çok daha kesin olduğunu göstermişlerdir. Kar Yan Tam (Hong Kong Üniversitesi) ve Melody Y.Kiang (Arizona State Üniversitesi) geliştirdikleri sinirsel ağı, işletmelerin iflas gibi finansal güçlüklerini tahmin etmede kullanmışlardır.
Günümüzde sinirsel ağ uygulamaları ya geleneksel bilgisayarlar üzerinde yazılım simülatörleri kullanılarak, veya özel donanım içeren bilgisayarlar kullanarak gerçekleştirilmektedir. Kredi risk değerlemesinden imza kontrolü, mevduat tahmini ve imalat kalite kontrolüne kadar uzanan uygulamalar yazılım paketlerinden faydalanılarak yapılmaktadır.

2250 Yılında Tarım ve Yaşam

Bundan 243 yıl sonra tarım ve yaşam nasıl olurdu acaba” diye hiç düşündük mü? Düşünce, öngörü ve planlarımız 20, en fazla 50 yıl ötesine geçmiyor. Bunun sebebi belki 50 yıl sonrasını hiç göremeyecek olmamız, dolayısı ile bu düşüncenin pragmatik (faydacı) olarak bizim için önemsiz olması ve bu tip düşünce tarzının günümüzün oportünist (fırsatçı) yaşam anlayışında yeri olmaması… Bense biraz merak duygum, biraz egomun kışkırtması (243 yıl sonra bu satırları okuyup “ne kadar doğru öngörüler yapmış, bravo büyük adammış” denmesi) ancak en çok da daha bugünden, geleceğin korkutan senaryolarını önleyebilme umudu adına öngörülerimi aktarmak istiyorum. İşte başlıyoruz: Doğal Yaşam: Dünya nüfusu artacak. Ancak tahminime göre insan nüfusunun artması şöyle bir döngü; insan nüfusu arttıkça dünya çapında canlı oranı azalmakta. Yani mevcut canlıya dönüşebilir organik madde miktarı sınırlı olduğu için birçok hayvan türü (ki bunların büyük kısmı böcekler) yok olacak veya sayıları minimum seviyelere inecek. Bu hayvanların tamamının DNA kodları saklanarak olası tüm canlılar (canlı olarak) dünyanın çeşitli bölgelerindeki hayvanat bahçelerinde yaşatılacak. Ancak hayvanat bahçesi dediğimiz şeyler bugünkülerden farklı olarak bir çeşit tam kontrollü doğal park gibi olacak. Örneğin belli bir iklimde yaşayan canlılar için devasa bir doğal park olacak. O güne kadar yok olmuş ya da hala var olan ve sonuçta tam DNA zincirine bir şekilde ulaşılabilen tüm canlılar bu parklarda yaşatılacak. Örneğin bu parklarda DNA’ sına ulaşılan bazı dinozor türleri bulunacak. Belki bilmediğimiz daha birçok canlı… Hatta şunu da öngörebiliriz ki DNA’ sına ulaşılamayan ancak görünüşü bilinen veya soyağacındaki yeri tahmin edilebilen canlılar dahi o günün teknolojisi ile yeniden hayat kazanabilecek. (O günün teknolojisi ile fenotipik verilerden genotipik bilgiye ulaşılabilineceğini tahmin ediyorum.) Dileyen ve yaşamsal riskleri kabul ettiğine dair sözleşme imzalayan insanlar da bu parklar içerisinde tam doğal olarak yaşayabilecek ve bu yolla hem gerçek insan doğası araştırılabilecek, hem de diğer canlıların ihtiyaç duyduğu önemli bir tür de orada temsil edilebilecek. Belki orada bulunan insanlar bebeklikten itibaren hiçbir modern dünya eğitimi almamış da olabilecekler. Sonuçta bu doğal parklarda doğal olmayan iki şey olacak: Birincisi orada yaşayan insanlar, ikincisi ise bir şekilde tüm canlıların sürekli izlenip takip edilmesi. Bu izleme sayesinde türleri doğal olarak yok olabilecek canlılar yeniden çoğaltılıp ortama salınabilinecek. Dahası tüm doğal yaşam konusunda sürekli devam edecek tam bir araştırma ve gözlem süreci bilimsel olarak temellendirilmiş olacak. Buralardaki doğal görüntüler isteyen kişilerin yaşam alanlarına doğal hologram görüntü olarak yansıtılabilinecek. Su ve Su Kullanımı: Buzullardaki buzlar eriyecek. Lakin artan nüfus, ya da artmasa bile modernleşip daha fazla enerji kullanan/doğal kaynak tüketen nüfus, dünyanın daha fazla ısınmasına sebep olacak. Isınma doğal olarak buzulları eritecek ancak bu durum susuzluk gibi çok daha kötü bir durumun önüne geçecek. Dünya çapında döngüye giren su miktarı, eriyen buzullardan gelen su ile artacak. Böylece daha fazla yağış olacak. Ancak su yine de modern insana yetmeyecek. Bu sebeple tüm yaşam alanları ve tüm su tüketim noktalarında veya daha mantıklısı bölgesel olarak belli merkezlerde, arıtılan su yeniden kullanıma verilecek. Bu suyun ana su kanalına (deniz, göl) ulaşması engellenecek. Yani tekrar, bugün baraj gölü dediğimiz "su kullanma depoları"na gelecek. O zamanlarda baraj gölleri yerine buharlaşmanın önüne geçilmiş kapalı sistemler olacak. Ve böylece su kullanımı konusunda modern insan büyük oranda kısıtlanmak zorunda kalmayacak. Bir de bu sular tekrar kullanıma verilmeden önce bir kez dondurulacak (bunun sebebi de bende kalsın). Tarım: Zor gibi görünse de aynı uygulama tarımda da olacak. Bir kere tarımsal üretim büyük oranda topraksız tarıma dönecek. Burada kullanılan su zaten bugün bile devir daim edilebiliniyor. Ancak organik tarım alanlarındaki sular da yeniden geri alınacak. Toprak altına tarımsal üretime başlanmadan önce alanın tamamını kaplayan su geçirmez örtüler çekmek veya daha iyisi her bir bitkinin altına gelen suyu alıp devir daime geri gönderecek toplayıcı platformlar kullanılacak. Ayıca doğaya ait ve insana ait su rezervleri kontrol altında olacak. Devir daimden bir şekilde azalan su doğal veya yapay kaynaklardan (yapay su üretimi) tamamlanacak. Ya da özellikle bol yağışlı bölgelerde tarım alanlarına yağan doğal yağışlar sebebi ile toplanıp devir daime karışan fazla su da doğal hayat rezervine geri verilecek. İkincisine tarım demek biraz zor olmakla birlikte iki tip tarım olacak. (Bugün bana göre üç tip tarım mevcut: Birincisi bildiğimiz kimyasal gübre ve ilaç kullanımı ile yapılan konvansiyonel ya da modern tarım. Bu tip tarım topraksız tarımı da kapsıyor. İkincisi organik tarım. Yani insanların bilinçli olarak tarımsal ürünleri doğal yollarla ve kimyasal kullanmadan üretmeye çalıştıkları tip tarım. Üçüncüsü ise toplayıcılık ki bunun çerisine doğadan kendi kendine yetişen ürünler girmekte. Benim bakış ve anlatış açıma göre orman işletmeciliği sonucu ele edilen kereste, mantar vb gibi ürünler girdiği gibi balık avcılığı ile avlanan balıklar da buna girmekte.) 243 yıl sonranın dünyasındaki iki tip tarım; doğal alanlardan toplayıcılık ve tam kontrollü topraksız olacak. Doğal alanlardan toplayıcılık: Organik tarım yerine ise büyük, geniş doğal havzalar oluşturularak tarımsal üretim toplayıcılığa dönüşecek. Toplanan tarımsal ürün miktarınca besin maddesi aynı su devir daiminde olduğu gibi çöplerden ayrıştırılarak toprağa, dolayısı ile bitkiye geri verilecek. Bu bitkisel ürün toplama alanları bugünkü ormanlar gibi işletilecek. Gereken tohumların gereken yerlere düşmesini sağlanması ve aşırı artan popülâsyonların o yıl/dönem daha fazla toplanması ile bölgedeki tarım sanki uzaktan kontrollü bir hale gelecek. Bu konudaki eğitim yani o günün ziraat mühendisliği eğitimi, ki bence bunun adı da toplulaşarak doğa mühendisliği olacak, daha ziyade canlı/bitki sosyolojisi, canlı/bitki psikolojisi, biyokütle kontrol sistemleri ve çeşitli strateji bilimlerinin öğretilmesi ve beş yıllık lisans eğitimi sonrası en az beş yıllık çıraklık eğitimi alınması ile gerçekleşecek. Tam kontrollü topraksız tarım: Doğal alanlardan toplayıcılık sonucu kontrol edilemeyen ve tam verim sağlanamayan ürünler, yakıt amaçlı yağ ve benzeri yüksek kalori sağlayan ürünlerin üretimleri bu alanlarda, bitkilerin bir çeşit güneş reaktörü olarak kullanılması yolu ile üretilecek. Hayvancılık: Hayvancılık anlamında benim öngörüm hayvan üreticileri açısından üzücü, hayvan severler açısından ise sevindirici. O da şu ki hayvancılık mesleği ve işi ortadan kalkacak. İnsanlar gıda amaçlı hayvan üretip bu hayvanlardan kendi lehine faydalanamayacak, insan gıdası temini amacıyla hayvan öldürmek ve sömürmek yasaklanacak. Et yapay olarak laboratuvarda üretilen bir besin maddesi olacak (ki bu şu anda da yapılabiliniyor). İleride bu teknik ucuzlayacak. Hayvan hakları çok katılaşarak hayvan ve insanların doğumları ile birlikte otomatik olarak edindikleri haklar yasal olarak eşitlenecek. Kırsal Yaşam: Şu an kırsalda yaşayan herkes kente göç edecek ancak bu süreç içerisinde kentteki insanlar da kırsala yerleşmeye başlayacak. Kentler yine kalabalık olmasına karşın kırsal alanda bugünün villa siteleri benzeri modern müstakil aile evlerinden oluşan modern köyler oluşacak. Ulaşım: Ulaşımda lastik kullanımı kalkacak ve levitatif teknikler ile (bugün Japonya’ da mevcut kullanılan mıknatıslı tren benzeri teknolojinin çok ilerlemişi) ulaşım sırasında meydana gelen sürtünme minimuma indirilecek. Bu teknolojinin uygulanması için yol ya hiç gerekmeyeceği (negatif madde teknolojisi ile levitasyon etkisi araçlara da kazandırılabilir.) ya da bugün yol dediğimiz yollar yerine doğaya gizlenmiş parkurlar kullanılacağı için ve konutların ve diğer insan ürünü cisimlerin görüntüsü doğaya adeta yedirilecek ve kırsal alanda görüntü kirliliği olmayacak. Gürültü kirliliği tamamen bitecek ve doğal sesler olacak. Belki daha öngörülebilecek çok husus var ve çok merak edilirse ileride bu fikirlerimi detaylı çizimlerle anlatarak bir kitap, belgesel, bilimkurgu film veya benzeri bir eserde toplama şansına kavuşabilirim. Kim bilir ?... Ancak bu yazının ömrü bu kadar ve bu kadar ile keselim. Sonuçta şikâyetim, yazıma başlarken belirttiğim gibi anlık, 10 yıllık en fazla 50 yıllık öngörüler ile kısıtlanıp kalmış olmamızdı. Bence gereğinden fazla siyasi tartışmalar, mesleki çekişmeler, Ayşe’ nin saç kesimi, tuttuğumuz spor takımının durumu yerine ya da en azından onların yanında az biraz bile olsa “250 yıl ya da 500 yıl sonra dünya nasıl olacak acaba?” diye kendimize sorup tartışalım. Zaten emin olun bu sorunun cevabını ararken siyaset, mesleki gelişim, saç kesimi ve sportif gelişme anlamında bugünkünden çok daha iyi bir konuma geleceğiz. Açıkçası ne kadar önemli olduğunu bilsek ya da bilmesek de fütüroloji (gelecek bilim) denen bir bilim dalı var ve hayatımızda nasıl ki psikoloji, sosyoloji, mühendislik ve matematik gibi bilim dallarından faydalanıyorsak bundan da faydalanmak, bu bilimi hayatımıza katmak zorundayız. Ben bu yazımda bir tarımcı ve araştırmacı olarak elimden geldiğince ve alanımın sınırlarından olabildiğince taşmamaya çalışarak bu bilimi kullanmaya gayret ettim. Umarım eğitim sistemimiz içerisine bu bilim dâhil edilir ve bizler zaman içerisinde bu bilimi çok daha iyi kullanıp çok daha adil, güzel bir dünyaya ve çok daha sağlıklı, mutlu bir hayata kavuşuruz.Gelecek bilimin hayatımızın içine daha çok dâhil olması dileği ile…

Dosyalar

9. kalkınma Planı.İş Planı.Kosgeb destekleri 1.Kosgeb destekleri 2.Kosgeb arge destekleri.Kosgeb Tekmerleri.Motivasyon.Hayaller.Tübitak teydeb destekleri.Oslo Klavuzu Işığında Yenilik.Frascati Klavuzu Işığında Ar-Ge.Problem Çözme Teknikleri.Proje Yönetimi.Toplam Kalite Yönetimi.Matriks Organizasyonlar.Fikri Mülkiyet Hakları.Marka nedir?.Marka başvurusu.Marka koruma.Bitki Islahçı Hakları.Patent Bilgisi.Verimlilk.6.çerçeve programı.Kobilerin 6.çerveve programına katılımı.6.çeçeve programında uluslararası işbirliği.
6.çerçeve programı projesi hazırlama .6.çerçeve programı projesi sunma ve değerlendirme.Finansal Analiz.Örnek Finansal Analiz.Finansal Başarısızlık.Sermaye Piyasası Kurumu.İnsan Kaynakları Yönetim Sistemi.AB'ye Özel sektörün intibakı.AB Çevre Müktesebatı.Stratejik Planlama.Bilgi Toplumu Stratejisi.Tarım Stratejileri.Kriz Yönetimi .EU Lobbying.Bilgi ekonomisinin reddettikleri.Teknokentler.Bilgi Ekonomisi.E-Ticaret'e Davet.TİKA Teknik Yardım Projeleri.Fikri Mülkiyet Hakları.Proje Yönetimi.Endüstriyel Tasarım Tescili.Tübitak Proje Destek Süreci.Pazar Araştırması ve Planlaması.Örgüt Yönetimi.Makale Yazma.Bilimsel Araştırma Teknikleri.


Yurtdışı Pazarları
Azerbaycan. Moğolistan. Türkmenistan. Kırgızistan. Kazakistan. Özbekistan. Ukrayna. Moldava. Romanya. Gürcistan. Makedonya. Bosna-Hersek.


Vizyon 2023 Teknolojik Öngörüleri
Strateji Belgesi. Üretim. Tasarım. Savunma Havacılık Uzay. Nano. Mekatronik. Malzeme. Enerji ve Çevre. Biyoloji ve Genetik. Bilişim.

Genel Bilgiler

FELSEFE
Dinler Tarihi.Atatürkçülük.
BİLİM
TOPLUM Dunya ekonomi tarihi.GIDA ÇEVRE SAĞLIK TARIM Bitki Islahı.MALZEME TEKNOLOJİ Nano Teknoloji.Bilgisayar Ağ Temelleri.ENERJİ TAŞIMACILIK UZAY Yıldızların İç Yapısı ve Evrimi.
SANAT
ROL MÜZİK EDEBİYAT YEMEK Denizlerimizdeki Balıklar.
SPOR
YAZ KIŞ MÜCADELE