Bir mezuniyet konuşması

14 Aralık 2007 Cuma

Steve Jobs'un Stanford Üniversitesinde yaptığı mezuniyet konuşmasını birçok kişi izlemiştir. Bu hayat dersi veren güzel konuşma (email ile gelince) burada da olsun istedim.
Siyah cübbenin altında kot pantalon ve sandaletleriyle Steve Jobs. Stanford Üniversitesi mezuniyet töreni. 12 Haziran 2005. Stanford Stadyumu; 4.662 mezun, 23.000 izleyici.
“Bugün dünyanın en iyi üniversitelerinden birinin diploma töreninde sizlerle birlikte olmaktan onur duyuyorum. Ben üniversiteden hiç mezun olmadım. Doğruyu söylemek gerekirse, mezuniyete en yaklaştığım an da bu an!
Sizlere hayatımla ilgili üç hikaye anlatacağım. Hepsi bu. Büyütülecek birşey değil. Sadece üç hikaye.
İlki noktaları birleştirmekle ilgili.
İlk 6 aydan sonra Reed Üniversitesinde derslere girmeyi bıraktım, ancak gerçek anlamda okulu bırakana kadar bir 18 ay kadar daha okulda kaldım. Okulu neden bıraktım?
Olay ben doğmadan başlamıştı. Biyolojik annem genç, evlenmemiş bir üniversite mezunuydu ve beni evlatlık vermeye karar vermişti. Beni üniversite mezunu bir çiftin evlatlık almasını çok istiyordu, sonunda da bir avukat ve karısı tarafından alınmam için herşey hazırdı. Tek sorun, ben ortaya çıktıktan sonra, beni evlat edinecek çiftin esasında bir kız çocuğu istediklerini anlamış olmalarıydı. Bir gece yarısı, bekleme listesinde olan müstakbel aileme bir telefon geldi: “Elimizde beklenmedik bir erkek bebek var, onu istiyor musunuz?”. Onlar da “tabii ki” diye yanıtladılar. Biyolojik annem, annemin üniversiteyi, babamın ise liseyi bile bitirmemiş olduğunu öğrendiğinde evlatlık verme işlemini tamamlayacak son kağıtları imzalamayı reddetti. Ancak birkaç ay sonra, ailemin beni üniversiteye yollayacaklarına dair söz verdikten sonra ikna oldu.
Ve 17 sene sonra üniversiteye başladım ama saf bir şekilde neredeyse Stanford kadar pahalı bir okul seçtim, ve emekçi ailemin bütün birikimleri benim okul parama gidiyordu. Altı ay sonra, buna değmeyeceğini farkettim. Hayatımla ilgili ne yapmam gerektiği konusunda hiçbir fikrim yoktu ve üniversitenin de bunu bulmam için bana nasıl fayda sağlayacağını çözememiştim. Ve orada durmuş ailemin hayat boyu biriktirdiği parayı harcıyordum.. Sonuçta okulu bırakmaya ve herşeyin yoluna gireceğine inanmaya karar verdim. O zaman çok korkutucu gelmişti ama geriye dönüp baktığımda hayatımda verdiğim en iyi kararlardan biri olduğunu görüyorum. Okulu bıraktığım an, zorunlu fakat gereksiz olan ve ilgimi çekmeyen tüm dersleri almama gerek kalmamıştı. Böylece sadece bana ilginç gözüken derslere girebilecektim.
Bu aslında hiç de romantik bir durum değildi. Yurt odam olmadığından arkadaşlarımın odalarında yerde yatıyor, kola şişelerinin 5 sentlik depozitolarıyla yemek alıyor, her pazar akşamı güzel bir yemek yemek için 7 mil uzaktaki Hare Krishna kilisesine gidiyordum. Çok güzeldi. Merakım ve sezgilerim sayesinde içine düştüğüm çoğu şey daha sonra benim için paha biçilmez deneyimlere dönüştü.
Bir örnek vereyim: O zamanlar Reed Üniversitesi muhtemelen ülkedeki en iyi kaligrafi dersini veriyordu. Kampüsteki her poster, çekmecelerdeki her etiket, çok güzel şekilde elle kaligre edilmişti. Okulu bırakmış olduğum ve zorunlu dersleri almak zorunda olmadığım için kaligrafi dersi alıp nasıl yapıldığını öğrenmeye karar verdim. Serif ve san serif yazı karakterleri, değişik harf kombinasyonları arasındaki boşluğu ayarlama ve harika bir tipografiyi harika yapanın ne olduğu hakkında çok şey öğrendim. Çok güzeldi; tarihsel ve sanatsal olarak o kadar inceydi ki bilim hiçbir şekilde bunu yakalayamazdı ve ben bunu muhteşem buldum. Bunların hayatımda pratik bir uygulama bulma olasılığı yoktu. Ama on sene sonra, ilk Macintosh’u tasarlarken, bir anda aklıma geliverdi. Bunların hepsini Mac’te kullandık. Mac güzel bir tipografiye sahip ilk bilgisayardı.
Eğer o derse hiç girmemiş olsaydım, Mac hiç çok yönlü yazı karakterlerine veya boşlukları doğru orantıda kullanan fontlara sahip olmayacaktı. Windows da Mac’ten kopyaladığına göre, hiçbir kişisel bilgisayarın bunlara sahip olmayacağı muhtemeldir. Okulu bırakmamış olsaydım, o kaligrafi dersine girmemiş olacaktım, ve kişisel bilgisayarlar şu an sahip oldukları o harika tipografiye sahip olamayabileceklerdi. Tabii ki üniversitedeyken noktaları ileriye bakarak birleştirmek imkansızdı. Fakat on sene sonra geriye dönüp baktığımda herşey çok ama çok berraktı.
Tekrar söylüyorum, noktaları ileriye bakarak birleştiremezsiniz; onları sadece geriye baktığınızda birleştirebilirsiniz. Noktaların gelecekte bir şekilde birleşeceğine inanmanız gerekiyor. Bir şeye güvenmelisiniz - tanrıya, cesaretinize, kaderinize, hayata, karmaya, herhangi bir şeye. Bu yaklaşım beni hiçbir zaman yolda bırakmadığı gibi hayatımı da bütünüyle değiştirdi.
İkinci hikayem sevgiyle ve kaybetmekle ilgili.
Hayatımın erken bir döneminde neyi sevdiğimi bulduğum için şanslıydım. Woz (Steve Wozniak) ve ben Apple‘ı 20 yaşındayken ailemin garajında kurduk. Çok yoğun çalıştık, ve 10 sene sonra Apple garajdaki iki kişiden, 4000 çalışanı olan 2 milyar dolarlık bir şirkete dönüşmüştü. En nadide ürünümüz Macintosh’u piyasaya sürdüğümüzde ben 30 yaşına yeni basmıştım.
Ardından kovuldum.
Kendi kurduğunuz bir şirketten nasıl kovulabilirsiniz? Şöyle: Apple büyük bir şirket haline geldiği için biz de şirketi benimle birlikte yönetebilicek, yetenekli olduğuna inandığım birini işe aldık ve ilk sene işler iyi gitti. Fakat daha sonra, geleceğe yönelik görüşlerimiz farklılık göstermeye başladı ve bir noktada koptu. Bu noktada yönetim kurulumuz onun tarafında yer aldı. Sonuçta 30 yaşında dışarıda kalmıştım. Hem de herkesin gözü önünde. Hayatımın odak noktası olan şey bir anda yokolmuştu, bu büyük bir yıkımdı.
Birkaç ay ne yapacağımı bilemedim. Bir önceki girişimci nesli yüz üstü bırakmış, rütbe tam bana teslim edilirken onu elimden düşürmüş gibi hissetmiştim. Dave Packard ve Bob Noyce’dan bu başarısızlığım için özür diledim. Fazla göz önünde olan bir başarısızlık sembolü olmuştum ve vadiden kaçmayı bile düşündüm. Fakat içimde bir şeyler uyanmaya başladı, yaptığım işi hala sevdiğimi farkettim. Apple’da olanlar bunu en ufak şekilde değiştirememişti. Dışlanmıştım ama hala aşıktım. Ve yeniden başlamaya karar verdim.
O zaman farkına varmamıştım ama Apple’dan kovulmak başıma gelebilecek en iyi şey olmuştu. Başarılı olmanın ağırlığı yeniden başlamanın hafifliğiyle yer değiştirmişti, hiçbir şey hakkında eskisi kadar emin değildim. Hayatımın en yaratıcı dönemine girmek üzere özgürleşmiştim.
Sonraki beş sene NeXT adında bir şirket kurdum, Pixar adında başka bir şirket, ve eşim olacak inanılmaz kadına aşık olmuştum. Pixar’da dünyanın ilk bilgisayar animasyon filmi Toy Story‘yi yarattık ve şu an dünyanın en başarılı animasyon stüdyosuyuz. İnanılmaz olaylar zincirinden sonra, Apple NeXT’i satın aldı, ben Apple’a döndüm ve Apple’ın yenilenmesinin kalbinde NeXT’te geliştirdiğimiz teknoloji yatıyor. Ve Laurence ile harika bir aile kurduk.
Apple’dan kovulmamış olsaydım bunların hiçbirinin olmayacağından son derece eminim. Tadı çok kötü bir ilaçtı, ama sanırım hastanın da buna ihtiyacı vardı.
Bazen hayat kafanıza bir tuğlayla vurur. Sakın inancınızı kaybetmeyin.
Devam etmeme sebep olan şeyin yaptığım işe olan aşkım olduğuna ikna olmuş durumdayım. Neyi sevdiğinizi bulmanız gerek. Ve bu aşklarınız için geçerli olduğu gibi işiniz için de geçerlidir. İşiniz hayatınızın büyük bir kısmını kaplayacak ve gerçek anlamda tatmin olmanın tek yolu harika bir iş olduğuna inandığınız şeyi yapmanızdır. Ve harika bir iş yapmanın tek yolu ise yaptığınızı sevmenizden geçer. Henüz bulamadıysanız, aramaya devam edin.
Durulmayın. Tüm gönül meseleleri gibi, onu bulduğunuz zaman anlayacaksınız. Ve her büyük ilişki gibi, seneler geçtikçe daha da güzelleşecek. Yani bulana kadar devam edin. Yılmayın.
Üçüncü hikayem ölüm hakkında.
On yedi yaşındayken, şöyle bir şey okumuştum:
“Her gününü, hayatının son günüymüş gibi yaşarsan, günün birinde haklı çıkarsın.”
Bu cümle beni çok etkilemişti ve o günden bu yana, yani 33 yıldır, her sabah aynaya bakıp, kendi kendime hep şunu sordum: “Eğer bugün hayatının son günü olsaydı, bugün (normalde) yapacağın şeyleri yapmak ister miydim?” Uzun süre art arda, “Hayır,” yanıtını verdiğimde, bir şeyleri değiştirmem gerektiğini anladım.
İnsanın kısa süre içinde öleceğini bilmesi, yaşantısına damga vuracak kararlar vermesi açısından büyük önem taşır. Çünkü her şey, tüm dış beklentiler, gururlar, küçük düşme ya da başarısızlık korkuları - tüm bunlar ölüm karşısında değerlerini yitirir, yalnızca ölümdür önemli olan.
Kaybedecek bir şeyler olduğu (tuzak) düşünceyi yok etmenin en iyi yolu insanın öleceğini hatırlamasıdır. Zaten çıplak ve savunmasızsın. Yüreğinin sesini dinlememen için hiçbir neden yok.
Bir yıl kadan önce bana kanser teşhisi kondu. Sabah 7:30?da girdiğim ultrasonda pankreastaki tümör bariz bir şekilde görünüyordu. Bense pankreasın ne olduğunu bile bilmiyordum. Doktorlar bu tip bir kanserin tedavisinin neredeyse imkansız olduğunu ve üç ila altı aydan fazla yaşamayı beklemememi söylediler. Bu, çocuklarınıza ilerideki 10 yıl içinde söyleyeceklerinizi birkaç ay içinde söylemeye çalışmak demekti. Bu, aileniz rahatı için gerekli herşeyin kısa zamanda yapılması demekti. Bu veda etmek demekti.
Bütün gün o teşhisle yaşadım. Akşama doğru biyopsi yapıldı, boğazımdan bir endoskop soktular, mide ve bağırsaklarımdan geçerek bir iğneyle pankreasımdaki tümörden birkaç hücre aldılar. Ben narkozla uyutulmuştum, fakat eşimin söylediğine göre doktorlar alınan hücreleri mikroskobun altına koyduklarında sevinç çığlıkları attığını söyledi. Benim kanserim ameliyatla tedavi edilebilecek bir türdenmiş. Ameliyat oldum ve şimdi iyileştim.
Beni ölüme en çok yaklaştıran olay budur ve umarım uzun yıllar boyunca bir daha bu denli yaklaşmam. Bu deneyimi yaşamış biri olarak diyebilirim ki ölüm faydalı fakat sadece entelektüel bir kavramdır.
Hiç kimse ölmek istemez. Cennete gitmek isteyenler bile, oraya gitmek uğruna ölümü göze almak istemezler. Oysa ölüm hepimizin ortak sonu. Şimdiye dek hiç kimse ölümden kaçamamıştır. Bunun böyle de olması gerekir, çünkü ölüm hayatın en güzel icatlarından birisi. Hayat’ın değişim ajanı. Yenilere yer açmak için, eskilerden kurtulmanın tek çaresi. Şu an için yeni sizsiniz, ama günün birinde, üstelik pek yakında siz de eskiyecek ve aradan çıkarılacaksınız. Bu kadar acımasız olduğum için üzgünüm, ama gerçek bu.
Zamanınız kısıtlı, bu yüzden başkalarının hayatını yaşayarak onu harcamayın. Başkalarının düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşama dogmasına takılıp kalmayın. Başka insanların fikirlerinin gürültüsünün kendi kalbinizin sesini duymanızı engellemesine izin vermeyin. Ve en önemlisi kalbinizin ve sezgilerinizin yolundan gidecek cesarete sahip olun. Kalbiniz ve sezgileriniz ne yapmak istediğinizi bilirler. Bunun dışındaki herşey ikinci planda.
Gençliğimde, bizim neslin kutsal dergilerinden biri sayılan, The Whole Earth Catalog adında inanılmaz bir yayın vardı. Menlo Park yakınlarında yaşayan Steward Brand adında biri tarafından şiirsel bir tarzla kaleme alınmıştı. Size anlattığım bu olay, 1960′lardan kalma, masa üstü bilgisayarlardan ve bilgisayar destekli yayınlardan önce, yani bu dergi daktilolar, makaslar ve polaroid kameraların yardımıyla yapılmıştı. Google ortaya çıkmadan 35 yıl önce, dergi formatında bir Google gibiydi: idealistti, anlaşılır bilgiler ve harika görüşlerle doluydu.
Stewart ve ekibi bunun birçok baskısını yayımladılar ve dergi miyadını doldurduğunda son bir baskı yaptılar. 1970′lerin ortalarıydı, o zamanlar sizin yaşlarınızdaydım. Son baskının arka kapağında, sabahın erken saatlerinde çekilmiş bir yol fotoğrafı vardı, hani her maceracının kendini otostop çekerken bulabileceği yollardan biri.
Fotoğrafın altında şu sözler yer alıyordu: “Aç Kalın, Budala Kalın (Stay Hungry. Stay Foolish).” Aramızdan ayrılırken bize verdikleri veda mesajları buydu. Aç Kalın, Budala Kalın. Kendim için hep bunu diledim. Ve şimdi, sizin için de aynı dilekte bulunuyorum:
Aç Kalın, Budala Kalın.
Hepinize çok teşekkür ederim.”
Steve Jobs.
Orijinal konuşma videosu için :
http://www.dailymotion.com/video/x3j81k_steve-jobs-ac-kal-budala-kal-alt-ya_people

Sudaki zehirli metali toplayan 'kumaş' üretildi


Hacettepe Üniversitesi Kimya Bölümü ile Japon Atom Enerjisi Ajansı'nın birlikte yürüttüğü araştırma projesinde üretilen "kumaş", sudaki arsenik, uranyum, nitrat gibi zehirli metalleri topluyor.
Türk ve Japon araştırmacılar, sudaki arsenik ve sülfat gibi zehirli metalleri toplayan "sentetik kumaş" geliştirdi.Araştırmada, radyasyonla ışınlanan "kumaşlar", hedeflenen metali suya kimyasal madde bırakmadan "kıskaç" gibi yakalıyor. Toplanan metaller daha sonra laboratuvarda ayrıştırılıp kullanılabiliyor.
Araştırmacılar, hem suyu temizleyen hem de değerli metalleri geri kazandıran "çevreci kumaşın" patenti için Japon Patent Enstitüsü'ne başvurdu.
METALİ "KISKAÇ" GİBİ ÇEKİP ALIYOR
Projenin Türk ortağı Hacettepe Üniversitesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Olgun Güven, proje hakkında bilgi verdi.
Prof. Dr. Güven, Japon bilim insanlarıyla 6 yıldır yürüttükleri projenin temelinde, literatürde "iyon değişimi" şeklinde bilinen sistemin yer aldığını belirtti. Güven, araştırmada plastik türleri arasında yer alan polietilenden üretilen "dokumasız sentetik kumaş" türünü kullandıklarını anlattı. Bu kumaşa toplamak istedikleri metale duyarlı malzemeyi radyasyonla ışınladıklarını kaydeden Güven, hazırladıkları kumaşların deniz ve atık sulara bırakıldığında kısa sürede hedeflenen metali "kıskaç" gibi topladığını bildirdi. Güven, "Kullandığımız, en ucuz plastik malzeme polietilenden üretilen dokumasız sentetik kumaş. Bu kumaşlara seçimli davranabilen yapıları, yani toplanacak metale duyarlı malzemeyi radyasyonla ışınlıyoruz. Bu şekilde de tek bir metale hedefleniyor ve çekip alıyoruz" diye konuştu.

DAYANIKLI KUMAŞLAR, DEFALARCA KULLANILABİLİYOR
Güven, Japonya'da denizde pilot düzeyde yürütülen projenin, Türkiye'de laboratuvar ortamında sürdürüldüğünü anlattı.
Projenin bilim dünyasında ses getirdiğini ifade eden Güven, Japon ortaklarıyla Japon Patent Enstitüsü'ne başvurduklarını bildirdi. Güven, şunları söyledi:
"Sülfat, nitrat ve klorür gibi bir çok grubu içinde barındıran baraj veya deniz suyu ile atık sulardaki zararlı metalleri toplayan bu sistem, seçimli davranabilen bir sistemdir. En önemli özellikleri, metal toplarken herhangi bir kimyasal madde salmaması ve kumaştaki metallerin sonradan ayrıştırılıp kullanılabilmesidir. Hem suyu temizliyor hem de değerli metalleri sonradan ayrıştırma şansı tanıyor. Diğer taraftan bu kumaşlar dayanıklı olduğu için tekrar tekrar kullanılabiliyor. Bu nedenle de oldukça düşük maliyetliler."
Güven, kumaşı sudaki her tür metal için modelleyebildiklerini belirterek, "Şu sıralar altın çıkarma sırasında kirlenen sulardaki siyanürü toplamak için çalışıyoruz. Bunda da başarılı olacağız" dedi.(NTV)

Kuru tarım için gen buluşu

Bilimadamları, kuraklığa karşı dayanıklı tarım ürünleri geliştirmede önemli bir buluş yaptıklarını açıkladı.
Finlandiyalı ve ABD'li araştırmacılar, tarım bitkilerinin özümsediği karbondioksit ve atmosfere yaydığı su buharını kontrol eden geni keşfettiklerini kaydetti.

Bilimadamları bu buluşun kurak koşullarda gıda üretiminin artırılması ve küresel ısınmanın kontrol altına alınmasında önemli bir rol oynayabileceğini belirtti. Bitkiler karbondioksiti emerek atmosferin düzenlenmesinde kritik bir görev üstleniyor. Bitki büyüdükçe bunu yaparken de bir yandan atmosfere su buharı bırakıyor. Bitkiler çok kurak koşullarda bu şekilde suyunun yüzde 95'ini kaybedebiliyor. Bilimadamları onyıllardır bu geni bulmaya çalışıyordu. Ancak şimdi Nature dergisinde yayınlanan araştırmaya göre bu süreci kontrol eden gen bulundu.
Araştırmacılar bu buluşun, genlerle oynayarak karbondioksit emdiği halde daha az su kaybeden bir bitki oluşturmalarını mümkün kıldığını söylüyor. Ancak Helsinki Üniversitesi'nden Profesör Jakko Kangasjarvi bunun yolun başı olduğunu söylüyor.

BBC Bilim Muhabiri Matt McGrath, yirmi yıl içinde bu buluşun ticari anlamda kullanılabileceğine inanıldığını söylüyor.

Beklenen Ar-Ge Desteği Kanunlaştı

Araştırma Ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı TBMM Genel Kurulunda kabul edildi. Kanun uyarınca Ar-Ge faaliyetinde bulunan merkez ya da şirketlere vergi, SSK pirimi ve sermaye desteği sağlanacak.
Kanun Tasarısının Metnine http://www2.tbmm.gov.tr/d23/1/1-0483.pdf linkinden ulaşabilirsiniz.

Google'ın Reklam Gelirleri Tehlikede

Yavaşlayan Amerikan ekonomisi sonunda ülkenin Internet devi Google'ı da yaktı.
Google'ın Reklam Gelirleri Tehlikede
Yavaş büyüyen Amerikan ekonomisinden zarar gören Google'ın hisse değerleri düşüyor.
Google'ın hisse değerleri ülkenin ekonomik durumundan olumsuz yönde etkilenmeye başladı.
Comscore*'un araştırmasına göre Google'ın reklam gelirleri geçen seçeneye göre 1 milyon $ düşerek 532 milyon dolar olurken geçtiğimiz Salı günü şirketin hisse değeri de yüzde 4.57 oranında düşerek 464$ oldu.

2007 yılının Kasım ayı başlarında şirketin hisse değeri 747.24$'ı bulmuştu ve 2008'in başında düşüş başladı ve Google yeni seneye 700$'lık hisse değeriyle girdi.

Google'a aramak için giren insanların sayısı araştırmalara göre artmış görünse de, reklam tıklamalarında aynı artış görülmüyor ve bilindiği gibi reklam gelirleri Google'nın ana gelirlerinden biri.

Görünen o ki yavaş büyüyen Amerikan ekonomisi Google'a zarar vermeye devam edecek.

(*) İnternet pazarlama araştırmaları yapan bir şirket
Selim Öztürk

Hacker'lar artık Google'ı mı kullanacak?

Bir hacker grubu sitelere saldırmak için Google'ı kullanan bir araç geliştirdiklerini açıkladı!
Hacker'lar artık Google'ı mı kullanacak?
Internet'te adını sıkça duyuran bir hacker grubu olan Cult of the Dead Cow (cDc) bir web saldırı aracı yayımladı. Araç Google'ı kullanarak web sitelerinin açıklarını raporluyor, muhtemel saldırı önerilerinde bulunuyor.

Grubun mazereti, ürettikleri Goolag Scanner isimli uygulamanın aslında bir güvenlik uygulaması olduğu ve aslında site sahipleri tarafından kendi sitelerinin güvenliğini test etmek için kullanılması gerektiği...

Araç cDc grubunun 'Johnny I Hack Stuff' isimli üyesi tarafından yazılmış. Ayrıntılı bilgiye http://www.cultdeadcow.com/cms/main.php3 adresinden erişilebiliyor.

Tübitak'tan güvenli bir cep telefonu

Tübitak UEKAE, konuşmaları şifreleyen özel bir cep telefonu geliştirdi.
Tübitak'tan güvenli bir cep telefonu
Tübitak UEKAE,konuşmaları şifreleyen özel bir cep telefonu geliştirdi.

Tübitak Kriptoloji Araştırma Enstitüsü (UEKAE), Tübitak ile ortaklaşa yürüttüğü proje kapsamında milli bilgilerin korunması amacı ile iletişimde kullanılacak olan görüşmeleri şifreleyebilen özel bir cep telefonu geliştirdiler.

Projenin tamamen milli olduğu ve kendi imkanları ile geliştirdikleri vurgulanıyor. Proje sayesinde milli bilgiler yabancıların ellerine geçmesi önlenecek.

TÜBİTAK UEKAE'nın yaptığı açıklamada "Ülkemizde üretilen hassas bilgilerin yabancıların eline geçmemesi için yüksek teknolojili güvenli haberleşme sistemleri geliştiriyor. Bu sistemler başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere, tüm kamu, özel kurum ve kuruluşların hizmetine sunuluyor. TÜBİTAK UEKAE tarafından tamamen özgün ve milli olarak geliştirilmiş modern teknolojiler sayesinde, Türkiye'nin adı artık bilgi güvenliği alanında dünyanın sayılı ülkeleri arasında geçiyor'' denildi.
Ongun Batuhan Altan

Nokia ve Google

Nokia ve Google işbirliği... Google Nokia telefonlara ne gibi bir katma değer getirecek?
Nokia ve Google
Nokia, Google'ın arama motorunu kendi uygulaması olan Nokia Search uygulaması ile entegre edeceğini duyurdu.

Yapılan açıklamaya göre Google'ın ekleneceği telefonlar ise ilk başta Nokia N96, Nokia N78, Nokia 6210 Navigator ve Nokia 6220 classic modelleri olacak.

Bu işbirliği ile birlikte kullanıcılar kendi cep telefonlarındaki verilerini de arayabilecekler. Kullanıcılar 100'den fazla ülkede 42 dilde yayınlanacak olan Nokia Search uygulamasına telefon ekranından tek bir tuş ile ulaşabilecekler.
Ongun Batuhan Altan

IBM veriyi ışık kullanarak iletmeyi başardı

IBM veriyi ışık kullanarak iletmeyi başardı

IBM 1 saniye içerisinde terabaytlarca bilgi transfer edebilecek bir sistem geliştirdi. IBM bilimadamları, yongalar içerisindeki bilgi akışını kablolarla değil, ışık ile göndermenin yolunu buldu. Henüz prototip aşamasında olan yeni teknoloji, çok büyük hacimli dosyaların saniyeler içerisinde transfer edilebilmesinin yolunu açıyor. Yeni teknoloji, 100 wattlık standart bir ampulün tükettiği enerjiyle 8 terabyte'lık bilginin, yani yaklaşık 5.000 yüksek çözünürlüklü video dosyasının 1 saniye içinde transfer edilebilmesini sağlıyor. Işıkla çalışacak yongalar, cep telefonlarından süper bilgisayarlara kadar tüm iletişim ve bilgi teknolojisi cihazlarında devrim yaratacak değişiklikler getirecek.

Mevcut yonga setlerinden 100 kat daha düşük enerji tüketimiyle dikkat çeken yeni teknoloji, tüketici elektroniğinden süper bilgisayar uygulamalarına kadar geniş bir alanda kullanılabilecek. Örneğin yüksek çözünürlüklü video (HD) uygulamalarındaki bant genişliği kayda değer şekilde artacak. Video servisi yapan siteler böylelikle milyonlarca videodan oluşan kütüphanelerine saniyeler içerisinde erişim imkanı sağlayabilecek.

Doktorlar hastalarının röntgen, MR ve tomografi gibi dijital tıbbi görüntülerini birbirleriyle anında paylaşabilecek. Işıkla çalışan küçük mikroçipler, tüketici elektroniği alanında, örneğin cep telefonlarının yüksek çözünürlüklü tam bir film dosyasını başka herhangi bir cihaza gerek duymadan birbirleri arasında aktarabilmesini sağlayacak. Yeni teknoloji, süper bilgisayarlarda devam eden tıp, iklim ve moleküler araştırmalara da önemli bir hız kazandıracak.

Araştırmayı yöneten ekibin lideri Clint Schow, "Geçtiğimiz yıl, standart bir yonga seti içerisinde önemli değişiklikler yaparak, tek bir film dosyasını 1 saniyede transfer edebilmeyi başarmıştık. Şimdi sadece 1 yıl içerisinde optik bir kablolama yaparak, ışığı veriyi taşıyan ana unsur haline getirmeyi başardık. Ürettiğimiz prototip yonga, sadece özel laboratuvar koşullarında çalışan bir teori değil, 2 yıl içerisinde pazara çıkabilecek düzeyde." dedi.

EINSTEIN'IN BEYNİNDE BİZDE OLMAYAN NE VAR?

© 2006 – Melik Duyar – Mega Hafıza Ltd.

http://www.kisiselgelisim.com/bolumler/images/einstein-bike.jpgİspanya'ya bir gezi için gittiğimde Salvador Dali'nin eserlerinin sergilendiği müzeyi de ziyaret etme imkanı buldum. Turistlerin akın akın eserlerini görmek için sıraya girdikleri bu dahi sanatçının eserlerini gördüğümde oldukça şaşırdım. Aslında “Fotografik Hafıza Teknikleri™”ni kullanırken benim beynimde de sürekli harika bir Salvador Dali'nin olduğunu bir kez daha fark ettim. İkimizin arasındaki tek fark, benim her gün “Akli Göz Tekniği™” olarak kullandığım hafıza ve hızlı öğrenme teknikleri sonucunu bu adam kağıtlara dökmüştü. Yıllar önce farkında olmadığım beynimdeki bu potansiyelin ortaya çıkmasındaki en büyük pay, “Fotografik Hafıza Teknikleri™” setinde anlattığım “hızlı öğrenme” ve “hafıza gücü” tekniklerine aittir.

Aslında sadece benim değil, hepimizin beyninde Salvadar Dali, Edision ve Einstein gibi bir dahi potansiyeli var. İçimizdeki bu dehaların ortaya çıkmasını engelleyen en önemli faktör, eğitim sisteminde her şeyi bilinç ve mantık çerçevesinde değerlendirmeye zorlanmamızdan ve hayal gücümüzün bastırılmasından başka bir şey değildir.

Peki Edison ve Einstein gibi dahiler biz normal insanlardan farklı bir beyne mi sahipler? Bu sorunun cevabı için onların öğrencilik ve iş geçmişlerine bakmak mantıklı bir yol olsa gerek.

Her ikisinde de çocukken dahi olduklarıyla ilgili bir belirtiye rastlanmamış. Aksine dahilerin çoğunun daha önce “öğrenme zorluğu çeken” ve “zor öğrenen” damgaları yediklerini öğrenmek insanı gerçekten şaşırtıyor.

Meşhur matematikçi Henri Poincare'nin zeka testinde çok başarısız olduğunu ve “aptal” olarak nitelendirildiğini duyduğumda da oldukça şaşırmıştım.

İnsan kendi kendine aşağıdaki soruları düşünmeden edemiyor;

Öğrenme zorluğu çeken bir insan nasıl oluyor da geçen zaman içinde dahi oluyor?

Yoksa onlar beyinlerindeki dehayı kendileri zaman içinde farklı bir şeyler yaparak mı geliştiriyorlar?

Eğer farklı bir şeyler yapıyorlarsa, bu farklı şeyler nedir?

Biz de aynı şeyleri yaparak beynimizdeki dehayı geliştirebilir miyiz?

Yaptığı 1093 adet buluşla patent alarak dünyanın en büyük mucidi olarak bilinen, ancak öğrencilik yıllarında “yavaş” olarak nitelenen Thomas Edison “Babam benim aptal olduğumu düşünüyordu” diyor.

Yine Albert Einstein okuma ve yazma zorluğu çektiği için öğrenme açısından kendi yaşıtlarından geri kalmıştı. Einstein'ın kız kardeşi Maja Winteler onun için; “Normal çocukluk gelişimi çok yavaştı. Lisanı çok zor kullanıyordu. Çevresindekiler onun konuşmayı tam olarak öğrenememesinden hep korktular. Söylemek istediklerini dudaklarını yavaşça hareket ettirerek kendi kendine tekrar ederek söylüyordu. Bu durumu yedi yaşına kadar devam etti” diyor.

Einstein'ın lisanı kullanımında zorlanması bir gün öğretmenlerinden birini çileden çıkarmış ve öğretmeni ona “Senden hiçbir şey olmaz” demişti. Zorla da olsa Eintein toparladı ve liseyi bitirdikten sonra üniversitede lisans seviyesinde eğitim görerek mezun oldu. Ancak hiçbir profesörden tavsiye mektubu alamadı ve akademik bir pozisyona atanamadı. Sonunda İsveç patent bürosunda düşük seviyede bir memur olarak işe başlamak zorunda kaldı. Geçmişteki başarı grafiği Einstein'ın artık gelecekte ortalama bir hayat süreceğini gösteriyordu.

http://www.kisiselgelisim.com/bolumler/images/einstein_dil.jpgAncak her şey birdenbire değişiverdi. 1905 yılında, daha henüz 26 yaşındayken, Einstein o meşhur “E=mc2” formülünü de içeren “İzafiyet Teorisi”ni yayınladı. On altı yıl sonra da Nobel Ödülünü alarak dünyaca tanınan bir bilim adamı oldu. 1955 yılında vefat etmesine rağmen, o ve onun posbıyıklı resmi hala bir “süper zeka” ve “deha” sembolü olarak bilinmektedir.

Ölümünden önce bilim adamları Einstein'a onun beynini ölümünden sonra incelemek istediklerini belirterek izin istediler. Einstein da bu izni, onlara vereceği kapalı bir zarfa koyduğu yazdıklarını, beyniyle ilgili Cornell Üniversitesinde yapılacak olan araştırmalar sonuçlandırıldıktan sonra kamuoyuna açıklamaları şartıyla kabul etti.

Bu izinden birkaç yıl sonra Einstein öldü. Einstein öldüğünde Princeton Hastanesinde patoloji uzmanı olan Dr. Thomas Harvey de otopsi yapan ekibin içindeydi. Harvey Einstein'in beynini tam kırk yıl bir kavanozda “formaldehyde” sıvı içinde saklayarak, araştırma yapmak isteyen bilim adamlarına dilim dilim keserek verdi. Ayrıca kendisi de birçok araştırmalar yaptı. Ancak kendisi hiçbir şey bulamadı.

Diğer bilim adamlarının haftalarca süren yoğun araştırma ve tartışmaları sonucunda elde edilen bulguların açıklanması için bir basın toplantısı düzenlendi. Açıklanan bilgi Einstein'ın beyninin normal bir insan beyninin 3/4'ü kadar olmasıydı. Bu bilginin haricinde başka hiçbir farklılık bulunamamıştı. Aslında insanların bekledikleri açıklama bu değildi. Merak edilen şey Einstein'ı Einstein yapan onun beynindeki hangi çalışma tarzından kaynaklandığıydı.

Basın toplantısından sonra herkesin merak ettiği Einstein'ın kapalı zarfı açılarak içinde yazılanlar okundu. Einstein aynen şöyle yazmıştı;

"Kendimin diğer insanlardan daha zeki olduğumu düşünmüyorum. Onlardan tek farkım hayal gücümü daha etkin kullanıyorum."

Albert Einstein

O yıllarda bir şey bulunamamıştı, ama 1980'in ilk yıllarında Berkeley'deki California Üniversitesinde nero-anatomist olan Marian Diamond Einstein'in beynindeki farklılıkla ilgili olağanüstü bir bulguyu açıkladı. Bu bulgu dünyada eğitime ve dehaya olan bakış açısını değiştirecekti.

http://www.kisiselgelisim.com/bolumler/images/einstein_b.jpgMerkezi sinir sisteminin insana benzemesinden dolayı fareler üzerinde birçok deneyler yapılmıştır. Marian Diamond yaptığı bu deneylerden birinde yeni doğan fareleri iki gruba ayırmıştır. Birinci grup fareler sade bir kafeste beslenirken, ikinci grup fareler içinde çeşitli labirentler ve renkli oyuncakların bulunduğu zengin bir kafeste büyütülmüşlerdir. Yapılan gözlemler labirentler ve çeşitli oyuncakların bulunduğu kafeste yetişen farelerin daha zeki oldukları ve diğerlerine göre daha hızlı öğrendiklerini ortaya koymuştur. Daha sonra her iki gruptan alınan farelerin beyinleri üzerinde yapılan incelemeler, sade kafeste büyüyen farelere oranla, labirentler ve oyuncaklarla dolu olan kafesteki farelerin beynindeki nöronlar arasındaki ilişki sayısının yaklaşık % 40 oranında daha fazla olduğunu göstermiştir.

Marian Einstein'in beynindeki nöronlar arasındaki ilişki sayısının da diğer insanlara oranla çok daha fazla olduğunu fark etti.

Ancak bu ilişkiler kişinin beynini kullanması, düşünmesi, kendi kendisine sorular sorması ve hayal gücünü kullanmasıyla oluşuyordu.

Beyindeki nöronlar arasındaki ilişkilerin artırılması herkesin kendi elindeydi. Yani herkes kendi beyninin mimarıydı.

Esas olan öğrenmeyi ve düşünmeyi öğrenmekti.

"Eğitim öğrenilen bilgiler unutulduktan sonra geriye kalan şeydir."

Albert Einstein

Çocuklar için 'akıl almaz' icatlar

Teknoloji, sadece sokakların değil evlerin de çocuklar için tehlikeli olduğunu düşünen aileler için ilginç buluşlarla önlemler alıyor. Bebeğin neden ağladığını gösteren ''Bebeğim neden ağlıyor?'' gibi icatlar ailelerin gönüllerine su serpiyor.

http://www.teknoportal.gen.tr sitesine göre, bebeğin neden ağladığını gösteren yüzyılın buluşu "why cry?" (bebeğim neden ağlıyor?) aleti, görüntülü telsiz, çocuğun merdivenlerden düşmesini engelleyen demir parmaklıklar aileleri rahatlatıyor.

Araştırmalara göre, günümüzde birçok çocuk ev kazaları yüzünden ciddi ya da hafif yaralanmalar yaşıyor.

Ocakta kaynayan çay çocukların üzerine dökülebiliyor, klozet içindeki suyu içen çocuk zehirlenebiliyor.

Araştırmalara göre çamaşır makinasında kilitli kalan çocuk sayısı da az değil. Makyaj malzemeleri, tıraş bıçakları, geniş çekmeceler de çocukların evdeki düşmanlarından sadece birkaçı... Bu nedenle bilimadamları ve bazı tasarım şirketleri de ev içi kazalara karşı çeşitli aletler üretti.

Bebeğim neden ağlıyor?

İspanyol bir babanın "Why Cry" isimli aleti icat etmesiyle, "bebeğim neden ağlıyor" sorusu tarih oldu.

Bu alet, bebeklerin ağlamasına neden olan beş temel sorunu gösteriyor: Acıkma, sıkılma, rahatsızlık ve ağrı, uyku, gerginlik veya korku. Üzerinde farklı ışık ve uyarı sistemleri bulunan ve bebek hangi nedenle ağlıyorsa onu gösteren ışıkla uyarıda bulunan aletin fiyatı 100 YTL.

Çocukların kapıya sıkışma tehlikesi de kapı spoteri ile önleniyor. Fiyatı 3.75 YTL olan stoperi kapı üzerine yapıştırıyorsunuz, kapı kapanmıyor ve çocuğunuz sıkışmıyor.

Ev kazalarına karşı bir diğer alet ise 5.5 YTL değerindeki çekmece kilidi... Çekmece düğmelerini birbirine bağlayan kilit, hem çocukların çekmecelerin içindeki eşyalara ulaşmasını hem de çocukların çekmeceleri bir basamak gibi kullanmasını engelliyor.

Bebeği gözetleyen telsiz

Bebek güvenliğinde gelinen son nokta ise görüntülü telsizler... Web kamerası gibi küçük monitörü bebeğinizin ya da çocuğunuzun bulunduğu odaya bırakıyorsunuz, elinizdeki telsiz ekranından hareketini kolayca takip edebiliyorsunuz.

364 YTL değerindeki bu aletle çocuğunuzun uyuyor numarası yapıp yapmadığını kontrol edebiliyorsunuz. Uzmanların geliştirdiği solunum monitörüyle ise endişeli aileler, istedikleri her an bebeklerinin kalp atışlarını dinleyebiliyor.

400 YTLdeğerindeki bu alet, normalin dışında ritm bozukluğu olduğunda sinyal veriyor ve sizi uyarıyor.

Demir barikat

Demir barikat, çocuklar için "yarı açık cezaevi" şeklinde evde güvenli şekilde dolaşmasını sağlıyor. Seperasyon kapısı denen bu parmaklıklarla özellikle evin tehlikeli bölümlerinde çocukların önüne set çekiliyor ve merdivenden düşmeleri engelleniyor. Bu aletin fiyatı ise 90 YTL.

Aileler çocuklarının evdeki mobilyaların köşelerine çarparak yaralanmalarını önlemek için de köşe koruyucularını tercih ediyor. Mobilyaların sivri köşelerine yapıştırılan köşe koruyucuları 6.90YTL'ye, ocak bariyeri 6.99 YTL'ye, klozet kilidi 5.50 YTL'ye, emekleme dizliği 4.50 YTL'ye, araba sürerken arkada oturan bebeği gözetlemek için bebek dikiz aynası 17 YTL'ye satın alınabiliyor. Böylece çocukların kaza riski sıfıra indiriliyor.

25 yıl sonra ne olacak?

YAPAY ZEKA GELİŞTİKÇE BİZLERLE SIRADAN BİR İNSANMIŞ GİBİ KONUŞABİLEN ROBOTLAR ARTACAK. BUNLAR GÜNLÜK HAYATIN BİRER PARÇASI HALİNE GELECEK.


NANOTEKNOLOJİ SAYESİNDE BEYNİMİZİN KAPASİTESİ ARTACAK VE BİRÇOK BİLGİ YÜKLENEBİLECEK. MESELA BİR BİNAYA BAKTIĞIMIZDA GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNE BU BİNAYLA İLGİLİ TÜM BİLGİLER GELECEK.


KLONLOMA SAYESİNDE FABRİKALARDA HAYVAN OLMADAN ET ÜRETİLECEK VE AÇLIK SORUNUNUN ÖNÜNE GEÇİLECEK.




NANOTEKNOLOJİ SAYESİNDE DÜNYADAKİ ENERJİ AÇIĞI KAPANACAK. BUGÜNKÜ BÜYÜK GÜNEŞ PANELLERİNİN YAPTIĞI İŞİ ÇOK DAHA UCUZA ÇALIŞAN VE KOLAYLIKLA KULLANILABİLEN MİNİ PANELLER YAPACAK.




FOTOĞRAFLAR, RESİMLER DİREKT OLARAK RETİNALARIMIZA KAYDEDİLECEK.


MASALARDA MODEM VEYA BİLGİSAYAR OLMAYACAK. DAHA 2010 YILINA GELMEDEN BU KALABALIKTAN KURTULACAĞIZ. ÖNCE DAHA KÜÇÜK CİHAZLAR SONRA BEYNE YERLEŞTİRİLEN CİPLER KULLANILACAK.


25 YIL SONRA NASIL BİR DÜNYADA YAŞAYACAĞIZ? GELECEKLE İLGİLİ TAHMİNLERİYLE ÜNLENEN BİLİM ADAMI RAYMOND KURZWEİL'E 25 YIL SONRASINA DAİR TAHMİNLERİ BÖYLE; VİRTUAL REALİTY (SANAL GERÇEK) ÇOK GELİŞECEK. 2008'E KADAR DÜNYANAN ÖBÜR UCUNDAKİ KİŞİLERLE AYNI MASADA OTURUR GİBİ TOPLANTI YAPABİLECEĞİZ.


Bilişim Sektörü Büyüyor, Hayaller Gerçekleşiyor

Ege Ertem / Intel Türkiye Genel Müdürü

Teknoloji Türkiye’de de dünya ile paralel bir trend gösteriyor. Intel olarak bunun önümüzdeki dönemde, dizüstü bilgisayarlara eklenecek WiMAX ve kablosuz internet cihazları ile daha da yaygınlaşacağını öngörüyoruz. Yine, 3G iletişim hizmetlerinin ülkemizde de devreye girmesinin olumlu sonuçları olabileceğini düşünüyoruz.

Son derece olumlu geçen bir yılı geride bırakan bilişim sektörü, 2007’de tüm dünyada teknoloji tarihi açısından dönüm noktası sayılabilecek gelişmelere tanık oldu. Nitekim sayısal değerler de bu gelişmelerin Türkiye açısından da umut verici olduğunu doğrular nitelikte.

IDC’nin verilerine göre Türkiye bilişim pazarının büyüklüğü 4 milyar 139 milyon dolar. 2006’da Türkiye’de bilgisayar pazarı büyüklüğü adet bazında 2 milyon 118 bin 473 iken, gelir bazında 2 milyar 75 milyon dolardı. 2007 yılında ise bu rakamın adet bazında yaklaşık %17’lik bir artış ile 2,5 milyon adete yaklaştığını görüyoruz. 2008 yılında ise bilgisayar pazarda %15’lik bir büyüme gerçekleşmesi bekleniyor.

Dünya pazarına ilişkin tabloya dönecek olursak, Gartner’ın açıklamalarına göre 2007’de dünyadaki BT harcamalarının 2006’ya göre yüzde 8 artarak 3.1 trilyon Amerikan doları düzeyinde gerçekleşmesi beklenirken, bu trendin yaklaşık yüzde 5.5 ile 2008’de de devam ederek 3.3 trilyon dolara çıkacağı tahmin ediliyor.

PC satışlarındaki artışın da 2007’de yüzde 12.3 civarında, 2008’de ise yüzde 11 düzeyinde gerçekleşeceği tahmin ediliyor. Taşınabilir bilgisayarlar 2007’de olduğu gibi 2008 yılında da kişisel bilgisayar pazarındaki büyümenin amiral gemisi olmayı sürdürecek.

Dünya ve Türkiye’de trendler

2008’in en stratejik teknolojileri arasında daha çevreci bir bilişim yaklaşımını ifade eden “yeşil BT”nin yanı sıra, her zaman ve her yerde her türlü cihazla iletişim ve bilgi alışverişine olanak sağlayan birleşik/tümleşik iletişim teknolojilerinin adı ilk sıralarda anılıyor.

Şu anda dünya genelinde 1.13 milyar kadar İnternet kullanıcısından bahsediyoruz. Dünyadaki İnternet penetrasyonu da %17 seviyelerinde. İnternet erişiminin %88’ini, nüfusun %15’i oluşturuyor. Asya ve Afrika’daki ülkeler ise yüzde 5’in altındaki penetrasyon oranlarıyla bu gelişimi en geriden takip eden ülkeler arasında yer alıyor. 2008 yılında gelişen teknolojiler ve özellikle tam İnternet deneyimi sağlama konusunda yapılmaya başlanan hamlelerle bu oranlarda da artış olacağı tahmin ediliyor.

Teknoloji Türkiye’de de dünya ile paralel bir trend gösteriyor. Intel olarak bunun önümüzdeki dönemde, dizüstü bilgisayarlara eklenecek WiMAX ve kablosuz internet cihazları ile daha da yaygınlaşacağını öngörüyoruz. Yine, 3G iletişim hizmetlerinin ülkemizde de devreye girmesinin olumlu sonuçları olabileceğini düşünüyoruz. Bununla birlikte daha yenilikçi ve esnek olanaklar getiren WiMAX teknolojisi sayesinde VoIP tabanlı ses, yüksek hızlı İnternet, gerçek zamanlı video, ‘triple play’ gibi benzeri servisler ile mevcut GSM ve 3G şebekeleri üzerinden sunulan diğer servislerin hepsinin sağlanabileceğine de dikkat çekmek istiyoruz.

Türkiye bilişimin stratejik önemini kavradı

21. yüzyılda Bilgi Toplumu olabilmek, dünya ülkeleri arasında yer alabilmenin önkoşulu haline gelmiş bulunuyor. 2007, bilişim sektörünün kalkınmadaki stratejik rolünün kavrandığı bir yıl olması açısından Türkiye için ayrı bir önem taşıyor. Artık, ülkemizde bilim ve teknoloji politikalarını belirleyecek yeni bir kurum oluşturulması adına atılımlara hız verildiğini görüyoruz. Türkiye’nin e-dönüşümdeki rolü ve bu rolün daha etkin nasıl konumlandırılacağı netlik kazanmaya başladı.

Biz de Intel olarak, “Türkiye’nin hayallerini bilişimle gerçekleştiriyoruz” söylemiyle konunun önemine dikkat çekmek istiyoruz. Türkiye’nin bilişimle sürdürülebilir kalkınmayı gerçekleştirebilmesi için sektördeki sivil toplum kuruluşları, kamu kurumları ve özel şirketlerin elbirliği ile çalışması gerekiyor. Bu düşünceyle, sadece bilişim alanındaki faaliyetlerden sorumlu olacak bir kamu kurumunun kurulması gerekliliğine yürekten inanıyoruz.

Teknoloji herkes için ulaşılabilir olmalı

Teknolojik kalkınmanın sağlanabilmesi için, öncelikle İnternet ve teknolojiye erişen insan sayısının artırılması gerekiyor. Bilgisayar ve İnternet toplumun her kesimiyle buluşmalı. Biz Intel olarak, tüm dünyada insanları bilgisayar, İnternet ve teknoloji ile buluşturarak, hayallerini gerçekleştirebilmelerini sağlamak için yenilikçi teknolojiler geliştirmeyi bir ödev bildik.

Intel’in işlemci teknolojisinde 65 nm’den 45 nm’ye geçtiğini ilan ettiğimiz 2007 yılı, geleceğin teknolojisini bugüne taşıma vizyonumuza bir kez daha tanık oldu. Intel’in 45 nm teknolojisiyle hayat verdiği dört çekirdekli işlemcilerin içine bugün 820 milyon transistör sığıyor. Dünyanın ilk mikroişlemcisini geliştirdiğimiz 1971 yılında bu sayı 2300 idi. Aradan geçen 36 yılda ortaya çıkan yaklaşık 350 bin katlık artış, Intel teknolojisinin ulaştığı noktayı gözler önüne seriyor. Ancak teknoloji konusunda kat ettiğimiz bu mesafe, işlemci tasarımlarının küçülmesinden çok daha fazla şeyi ifade ediyor.

Bugün, daha hızlı ve güçlü bilgisayarlar, daha uzun pil ömrü ve daha iyi bir enerji tasarrufundan, insanlara daha küçük ve daha taşınabilir bir biçimde tam bir İnternet deneyimi sağlamaktan bahsedebiliyorsak, ödevimizi yerine getirdiğimizi söylemenin yanlış olmayacağını düşünüyoruz.

İnovasyon, toplumsal katkıya dönüştüğü ölçüde değerli

Intel adının inovasyonla özdeşleşmiş olması, sadece teknoloji geliştirmedeki liderliğimizden kaynaklanmıyor. Biz, inovasyonu, bilginin ekonomik fayda ve toplumsal katkıya dönüşmesi olarak tanımlıyoruz. Ancak inovasyon anlayışla üretilen değerlerin kazanç sağlayacağına, yeni vizyonların oluşmasına olanak tanıyacağına ve toplumun sürdürülebilir kalkınmasını mümkün kılacağına inanıyoruz. Intel olarak, önümüzdeki dönem de teknolojiye yön veren ürünler geliştirmeye ve insanları geleceğin teknolojileriyle tanıştırmaya devam edeceğiz.

İstanbul Teknik Üniversitesi'nin 6-16 yaş grubu için kurduğu bilim merkezi açıldı.

Optik yanılsama, mekanik, enerji, matematik, DNA, uzay, uçak, titreşim, dalga, ses ve fizik ile ilgili birçok teoriyi uygulama yoluyla öğreten 120 adet eğitici birimden oluşan bilim merkezi, gençlere merak ve hayal ettikleri ile nasıl ve nedenlerine ilişkin çözümler sunuyor.

3 bin 500 metre kare alan üzerine kurulu merkezi ziyaret eden öğrenciler, bilimsel kavramları uygulamalı olarak görme ve öğrenme olanağına sahip olacak.

Merkezde görevli eğitmenler, öğrencilere hem eğitim birimlerinin nasıl çalıştıkları konusunda yardımcı olacak hem de öğrencilerin sorularına cevap verecek.

İTÜ Taşkışla Yerleşkesi'nde oluşturulan bilim merkezinin açılışında konuşan Rektör Prof. Dr. Faruk Karadoğan, yapılan bir yanlıştan dönebilmenin mutluluğunu yaşadıklarını, gençlere bilimin güzel yüzünü en ilginç deneysel düzeneklerle sunma olanağına yeniden kavuştuklarını söyledi.

Karadoğan, "Kapatılan ve dağıtılan Deneme Bilim Merkezi sıfırdan başlanarak yeniden kurulmuş bulunmaktadır. Gençler, eğlence içinde bilime yaklaştırılacak, öğrenmenin, öğrenmek için sorgulamanın önemine en doğal yoldan burada ulaşacaklar" dedi.

Merkezin 3 yıllık bir çalışma sonucu bugünkü yapısına kavuştuğunu, yapılan çalışmaların da sürekli olması için birtakım tedbirler aldıklarını anlatan Karadoğan, önlemlerin başında atölye kurulması ve bu işe devam edecek elemanların bulunmasının geldiğini söyledi.

Bilim ve toplum parkları projesi kapsamında üniversitenin Ayazağa Yerleşkesi'nde Havacılık Bilim ve Toplum Parkı'nın temelinin atıldığını belirten Karadoğan, Doğa ve Bilim Tarihi Müzesi, Madencilik ve Deprem Bilim ve Toplum parkları çalışmaları da yapıldığını kaydetti.

Bilim merkezinin, üniversitenin Ayazağa'daki bilim ve toplum merkezlerine bağlanması için İTÜ Ayazağa metro inşaatının hızlandığını belirten Prof. Dr. Faruk Karadoğan, "İstanbul'un her yerine toplu taşıma yapılabilecek ve daha çok gencimiz bu olanaklardan yararlanabilecek. Daha çok şey öğrenecek ve daha sorgulayıcı bireyler olacaklar" dedi.

İTÜ Bilim Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Dr. Murat Çakan da, İstanbul'da alanında ilk merkez olmayı planladıklarını söyledi.

Çakan, gençlerin deneme yoluyla öğrenme yeteneklerini geliştirmek istediklerini belirterek, merkeze 2 aylık deneme sürecinde randevu ile öğrenci kabul edeceklerini, daha sonra ise öğrencilerin aileleri ile buraya gelebileceklerini dile getirdi.

Merkeze Taksim'den kolayca ulaşılabildiğini vurgulayan Çakan, yaklaşık 100 gösteri ve eğitim birimi vasıtasıyla gençlerin bilimi deneyerek öğrenebileceklerini söyledi.

TÜBİTAK, internet sitesindeki 'merak ettikleriniz'

Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu'nun (TÜBİTAK) Bilim ve Teknik Dergisi'nin internet sayfasındaki 'Merak Ettikleriniz' bölümüne yanıtlanması istemiyle gönderilen sorular okuyanları şaşırtıyor.

'http://www.biltek.tubitak.gov.tr' sitesinde bulunan bilgilere göre, 'Merak ettikleriniz' bölümünde, 'Antropoloji, astronomi, bilgisayar, bilim teknik kulübü, biyoloji, botanik, çevre ve iklim, elektronik ve elektronik, fizik, genel, gıda ve teknolojisi, kimya, matematik, psikoloji, satranç, spor, teknoloji-tasarım, tıp, yerbilim, inşaat ve mimari ve zooloji' ile ilgili konularda gönderilen çok sayıda soruya cevap veriliyor. İşte ilginç sorular...

* 'Leyleklerde hamilelik ne kadar sürer?'
* 'En uzun rüya 6 saniye midir?'
* 'Aşkın kimyası var mı?'
* 'Dünyanın merkezindeki ateş sönerse neler olur?'
* 'Bazı insanlar sivrisineklere diğerlerinden neden daha çekici gelir?'
* 'Kızlık zarı diğer hayvanlarda da bulunur mu?'
* 'Örümcek, ağını örerken ipliğini nereden bulur?'
* 'Neden kaşınırız ve bazen vücudumuzda kaşınan bir bölgeyi bulamayız?'
* 'Ben 8 yaşındayım korsanlar hangi yılda vardı?'
* 'Sorum çok net sizce uzaylı diye bir şey var mı?'
* 'Kaplumbağamın kabuğu çok yumuşamış, ne yapabilirim?'
* 'Uzayda dikilen bir bayrak dünyadaki gibi dalgalanır mı?'
* 'Fırtınalı havalarda, evin içinde de olsam, telefondaysam ya da duştaysam, beni yıldırım çarpabileceğini duydum, bu doğru mu?'
* 'Şimşeğin çakış hızı nedir?'
* 'Köpekbalıkları neden durmadan yüzüyorlar?'
* 'Yılanlar ve kertenkeleler, niçin sürekli dillerini dışarıda tutar?'

VE CEVAPLAR

Bilim ve Teknik Dergisi'nden sorulara bilimsel cevaplar verilerek, ilgililerin merakını gidermeye çalışılıyor. 'Leyleklerde hamileliğin ne kadar sürdüğü' sorusuna, 'kuşlarda doğum olayından söz edilemediği gibi bir hamilelik döneminden de bahsedilmeyeceği' belirtiliyor.

'En uzun süren rüyanın 6 saniye mi' sorusuna ise 'Tekrar eden rüyalarda kişi sürekli birbirine benzer rüyalar görüyor. Bu tip rüyalar yalnızca uykunun son evresinde gerçekleşiyor ve 45 dakika sürebiliyor. İkinci aykırı durum ise gerçek gibi rüyalardır. Gerçek gibi rüyalarda, kişi uyandıktan sonra birkaç dakika gördüğünün rüya mı yoksa gerçek mi olduğuna dair bir bocalama dönemi yaşıyor. Bu tip rüyaların da süresi 30 dakikayı aşabiliyor' karşılığı veriliyor.

'Aşkın kimyası var mıdır' sorusunun yanıtı ise 'Aşkın kimyası denince ilk akla gelen, feniletilamin (PEA) adlı maddedir' şeklinde.

'Bazı insanların, sivrisineklere diğerlerinden neden daha çekici geldiği' sorusu ise 'Bilim insanları, sivrisineklerin kurbanlarını neye göre seçtiklerini hala araştırıyor. Gerçekten de bazı insanlar sivrisinekler için oldukça popülerken bazıları da hiç ilgi görmüyor' diye karşılık buldu.

'Kızlık diğer hayvanlarda da bulunup bulunmadığı'na ilişkin soruya ise 'Kızlık zarı (hymen) birçok karasal memelide (kobay, sıçan, köstebek, at, sırtlan, lama, lemur, vs.) bulunuyor' denildi.

'Örümceğin, ağını örerken ipliğini nereden bulduğu' sorusuna ise 'örümceğin ağını örerken kullandıkları ipliği bir yerden bulmaları için örneğin doğadan toplamalarının gerekmediğini, aslında örümcek ağının, bu canlının kendi ürettiği protein yapısında bir madde olduğu' şeklinde yanıt veriliyor.

Bir meraklının, 'Sorum çok net; sizce uzaylı diye bir şey var mı?' sorusu ise çok net bir yanıt veriliyor: 'Bilmiyoruz!..'

KAPLUMBAĞANIN YUMUŞAYAN KABUĞU

Evinde bakımını üstlendiği kaplumbağasının 'kabuğu çok yumuşayan' bir hayvansever ise soru yönelterek, çözüm arıyor. Verilen cevapta, 'Haşlanmış bir yumurtanın kabuğunun bir gün kadar suda bekletin. Bu suyu kaplumbağanın suyunun içine koyun. Ara ara da haşlamış yumurta akı verin. Böylece kabuk için gerekli besin verilmiş olur' deniliyor.

'Köpekbalıkları neden durmadan yüzüyor' şeklindeki soruya, 'Köpekbalıklarının çoğu iki nedenden ötürü durmadan yüzerler; solunum yapmak ve batmamak için' diye karşılık verildi.

FIRTINADA TEDİRGİNLİK

Bir kişinin de siteye ulaştırdığı, 'Fırtınalı havalarda, evin içinde de olsam, telefondaysam ya da duştaysam, beni yıldırım çarpabileceğini duydum, bu doğru mu?' sorusu da 'Yıldırım son derece güçlü ve tehlikeli bir kuvvet. Evet, telefonda konuşuyorsanız ya da suyla ilgili bir şeylerle uğraşıyorsanız, evin içinde de olsanız sizi çarpabilir' şeklinde cevaplandı.

YILANLARIN DİLİ

Soru: 'Yılanlar ve kertenkeleler, niçin sürekli dillerini dışarıda tutar?'
Cevap: 'Dil dışarıda tutulmaz, sürekli olarak dışarıya uzatılıp, içeriye geri alınır. Özellikle yılanlar ve kertenkelelerde görülen bu davranışın esas nedeni, çevreden duyum almaktır.'
Soru: 'Balıkların hafızasının kısa süreli olduğu nasıl bir testle anlaşılmıştır.'
Cevap: 'Balıklar yalnızca içgüdüleriyle hareket eden basit canlılar değil, akıllı, sorunlarına zekice çözümler bulan, toplumsal zekaya sahip canlılar olarak kabul ediliyor.'
Soru: 'Kargaların ortalama ömrünün yaklaşık 200 yıl olduğunu duydu. Doğru mudur?'
Cevap: 'Doğada vahşi olarak yaşayan kargalar en fazla 13-14 yıl kadar yaşarlar?'
Soru: 'Uzun bağırsak ve kısa bağırsağın uzunluğu kaç metredir?'
Cevap: 'Sağlıklı bir erişkinde ince bağırsak boyu yaklaşık 6-6,5, kalın bağırsak boyuysa yaklaşık 1,5-2 metre.'

ADRESE DAYALI NÜFUS KAYIT SİSTEMİ 2007 NÜFUS SAYIMI SONUÇLARI

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay, adrese dayalı nüfus kayıt sistemiyle belirlenen Türkiye'nin nüfusunu açıkladı.


Bakan Ekren, "2000 yılına ait verilere göre, nüfus sayısı 67 milyon 803 bin 907'dir. Buna göre 2000'e göre değişim oranı yüzde 4.10'dur." dedi.

Ülkemizde, sonuncusu 2000 yılında olmak üzere bugüne kadar 14 Genel Nüfus Sayımı yapılmıştır. Sokağa çıkma yasağı uygulanarak bir günde yapılan bu sayımlarda, kişiler sayım günü bulundukları yerde, yani de facto yöntemine göre sayılmışlardır.

2006 yılında çıkarılan 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu ile ülkemizdeki nüfus sayımlarının da veri kaynağını oluşturacak yeni bir sistem kurulmuştur. Sistemin kurulmasına yönelik tüm çalışmalar, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) koordinasyonunda il ve ilçelerde vali ve kaymakamların başkanlığında oluşturulan yürütme komiteleri marifetiyle gerçekleştirilmiştir. Bu çerçevede, önce ülkemizdeki tüm adres bilgilerinin kaydedildiği Ulusal Adres Veri Tabanı oluşturulmuştur. Daha sonra, bu adreslerde ikamet eden vatandaşlar T.C. kimlik numaraları, yabancı uyruklu kişiler ise pasaport numaraları aracılığıyla adresle ilişkilendirilerek kayıt altına alınmış ve Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) oluşturulmuştur. Böylece, nüfus sayımlarında yaşanan mükerrer kayıt ya da kayıt olmama gibi sorunlar ortadan kaldırılmıştır. TÜİK tarafından kurulan ADNKS, 5490 sayılı Kanun gereği İçişleri Bakanlığı'na devredilmiştir.

Söz konusu Kanun uyarınca, kamu kurum ve kuruluşları adrese yönelik tüm idari işlemlerinde artık bu sistemi kullanacak, yerleşim yerleri ayrımında nüfusun büyüklüğü ve temel nitelikleri hakkında güncel bilgiler de bu sistemden elde edilecektir. Ülkemizin nüfusuna ilişkin bilgiler, sadece on yılda bir yapılan nüfus sayımları yerine, "de jure" yöntemi olarak bilinen ikamet adresine dayalı olarak her yıl TÜİK tarafından yayımlanacaktır.

Yeni sistemden elde edilen ilk nüfus sayımı sonuçları, bu haber bülteni ile kamuoyuna duyurulmaktadır.

31 Aralık 2007 tarihi itibariyle Türkiye nüfusu 70,586,256 kişidir.

Nüfusun 35,376,533'ünü erkek, 35,209,723'ünü ise kadınlar oluşturmaktadır.

Ülkemizde ikamet eden nüfusun % 70.5'i şehirlerde yaşamaktadır.

Şehir nüfusu (il ve ilçe merkezlerinde ikamet eden nüfus) 49,747,859, köy nüfusu (bucak ve köylerde ikamet eden nüfus) ise 20,838,397 kişidir.

Şehirlerde yaşayan nüfus oranının en yüksek olduğu il % 92.7 ile Ankara, en düşük olduğu il ise % 31.8 ile Ardahan'dır.

Ülkemiz nüfusunun % 17.8'i İstanbul'da ikamet etmektedir.

İstanbul ilinde 12,573,836 kişi ikamet etmektedir. Toplam nüfusun sırasıyla; % 6.3'ü Ankara'da, % 5.3'ü İzmir'de, % 3.5'i Bursa'da, % 2.8'i Adana'da ikamet etmektedir. Nüfusu en az olan beş il ise sırasıyla; Bayburt, Tunceli, Ardahan, Kilis ve Gümüşhane'dir. En az nüfusa sahip Bayburt'da ikamet eden kişi sayısı 76,609'dur.

Türkiye nüfusunun yarısı 28.3 yaşından küçüktür.

Ülkemizde ortanca yaş 28.3'tür. Ortanca yaş erkeklerde 27.7 iken, kadınlarda 28.8'dir. Şehirlerde ikamet edenlerin ortanca yaşı 28.4, köylerde ise 27.9'dur.

Nüfusun % 66.5'i 15 ile 64 yaşları arasındadır.

15-64 yaş grubunda bulunan çalışma çağındaki nüfus, toplam nüfusun % 66.5'ini oluşturmaktadır. Ülkemiz nüfusunun % 26.4'ü 0-14 yaş grubunda, % 7.1'i ise 65 ve daha yukarı yaş grubundadır.

Türkiye'de kilometrekareye düşen kişi sayısı 92 kişidir.

Nüfus yoğunluğu olarak ifade edilen bir kilometrekareye düşen kişi sayısı, Türkiye genelinde 92 iken illere göre 11 ile 2,420 kişi arasında değişmektedir. İstanbul 2,420 kişi ile nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu ildir. Bunu sırasıyla; 398 kişi ile Kocaeli, 311 kişi ile İzmir, 238 kişi ile Hatay ve 234 kişi ile Bursa illeri izlemektedir. Nüfus yoğunluğunun en az olduğu il ise 11 kişi ile Tunceli'dir. Yüzölçümü büyüklüğüne göre ilk sırada yer alan Konya ilindeki nüfus yoğunluğu 50, yüzölçümü en küçük olan Yalova ilindeki nüfus yoğunluğu ise 215 kişidir (Tablo 1).

Ülkemizde 98,064 yabancı uyruklu kişi ikamet etmektedir.

Türkiye'de ikamet eden nüfusun % 0.14'ü yabancı uyrukludur. Yabancı uyrukluların en fazla bulunduğu ilk beş il sırasıyla; İstanbul (42,228), Bursa (11,495), Ankara (7,166), İzmir (6,707) ve Antalya (6,343) illeridir.

Dosyalar

9. kalkınma Planı.İş Planı.Kosgeb destekleri 1.Kosgeb destekleri 2.Kosgeb arge destekleri.Kosgeb Tekmerleri.Motivasyon.Hayaller.Tübitak teydeb destekleri.Oslo Klavuzu Işığında Yenilik.Frascati Klavuzu Işığında Ar-Ge.Problem Çözme Teknikleri.Proje Yönetimi.Toplam Kalite Yönetimi.Matriks Organizasyonlar.Fikri Mülkiyet Hakları.Marka nedir?.Marka başvurusu.Marka koruma.Bitki Islahçı Hakları.Patent Bilgisi.Verimlilk.6.çerçeve programı.Kobilerin 6.çerveve programına katılımı.6.çeçeve programında uluslararası işbirliği.
6.çerçeve programı projesi hazırlama .6.çerçeve programı projesi sunma ve değerlendirme.Finansal Analiz.Örnek Finansal Analiz.Finansal Başarısızlık.Sermaye Piyasası Kurumu.İnsan Kaynakları Yönetim Sistemi.AB'ye Özel sektörün intibakı.AB Çevre Müktesebatı.Stratejik Planlama.Bilgi Toplumu Stratejisi.Tarım Stratejileri.Kriz Yönetimi .EU Lobbying.Bilgi ekonomisinin reddettikleri.Teknokentler.Bilgi Ekonomisi.E-Ticaret'e Davet.TİKA Teknik Yardım Projeleri.Fikri Mülkiyet Hakları.Proje Yönetimi.Endüstriyel Tasarım Tescili.Tübitak Proje Destek Süreci.Pazar Araştırması ve Planlaması.Örgüt Yönetimi.Makale Yazma.Bilimsel Araştırma Teknikleri.


Yurtdışı Pazarları
Azerbaycan. Moğolistan. Türkmenistan. Kırgızistan. Kazakistan. Özbekistan. Ukrayna. Moldava. Romanya. Gürcistan. Makedonya. Bosna-Hersek.


Vizyon 2023 Teknolojik Öngörüleri
Strateji Belgesi. Üretim. Tasarım. Savunma Havacılık Uzay. Nano. Mekatronik. Malzeme. Enerji ve Çevre. Biyoloji ve Genetik. Bilişim.

Genel Bilgiler

FELSEFE
Dinler Tarihi.Atatürkçülük.
BİLİM
TOPLUM Dunya ekonomi tarihi.GIDA ÇEVRE SAĞLIK TARIM Bitki Islahı.MALZEME TEKNOLOJİ Nano Teknoloji.Bilgisayar Ağ Temelleri.ENERJİ TAŞIMACILIK UZAY Yıldızların İç Yapısı ve Evrimi.
SANAT
ROL MÜZİK EDEBİYAT YEMEK Denizlerimizdeki Balıklar.
SPOR
YAZ KIŞ MÜCADELE